"1 lira kredi bulamayan, 27 maçtır Süper Lig transfer taksitleri ödenmemiş, vergi borcu ve sigorta borcu tavana vurmuş, çek karnesi olmayan, yabancı transferi yasaklanmış, gelirlerinin üçte biri dışarıya satılmış, giderlerinin tümü kulübe bırakılmış, binlerce kişi ve kuruluşa borcu olan, ödeme imkanı tamamen tükenmiş, amatör şubeleri çökmüş, geliri yalnız futboldan olan ve buna rağmen futbol bütçesi açık veren bir kuruluşu yönetmek...
Avrupa'da kupalarındaki bir maçımıza gitmek için uçak ve seyahat masraflarını bir Anadolu takımından borç alan, senelik gelir-gideri arasında eksi 12 milyon dolar olan bir kulübü, bu mali tablodan çıkarıp, birikmiş borçlarını ödemeye çalışıp, günlük harcamalarını temin etmede gayret sarf etmek insan enerjisinin çok üzerindedir..."
Bu sözler, 24 Mart 2007'de meslek hayatımın ilk önemli röportajını gerçekleştirdiğim Özhan Canaydın'a ait. Yaklaşık 2,5 yıldır pankreas kanseriyle verdiği savaşı dün gece kaybeden Sayın Canaydın, kendisi hakkındaki sert eleştirilerle ilgili yönelttiğim bir soruyu böyle yanıtlamıştı.
Babasını çok yakın bir zamanda kanserden kaybeden, bu amansız hastalığın her evresine tanık olan ve karşısında bir insan hızla erirken elinden hiç birşey gelmeyişi ruh halini çok iyi bilen birisi olarak; son 1 ayda durumu ağırlaşan Özhan Canaydın'ın hayatını kaybettiği haberini duyduğumdan beri derin bir üzüntü içindeyim.
Galatasaray'la yaşayan Özhan Başkanın, sarı-kırmızılı kulübün en sıkıntılı zamanında 3 dönem üst üste başkanlık yaptığı düşünüldüğünde, direkt olarak stres ve sıkıntıya bağlı olan bir hastalığa yakalanmak sürpriz olmuyor. Kendi tabiriyle 'insan enerjisinin üzerinde bir gayret' gösteren, büyük sorunlarla boğuşan bir futbol adamının, aynı zamanda sayısız eleştiriye de göğüs gererek, çok sevdiği kulübü uğruna yaptıkları-yapmak istedikleri takdire şayan.
Başbakan'la tam 105 kez görüşen ve bu görüşmelerin hiçbirini kendi özel işleri için gerçekleştirmeyen bir kulüp başkanı düşünün; Galatasaray'ın stat gelirini en az 20 milyon euro arttırmak için Ankara'ya 60'ın üstünde uçuş yapan bir futbol adamı... Kulübün en sancılı döneminde, birçok zengin işadamı elini cebine götürmekten kaçınırken, hiç düşünmeden milyonlarca dolarlık borcun altına imza atan ve kendi servetinden harcamaktan çekinmeyen bir isim...
Sportif anlamda 2 lig ve bir Türkiye Kupası şampiyonluğuyla beklentileri karşılayamadı, ama çok zahmetli bir göreve talip olarak medeni cesaretini gösterdi. Kulübü için 6 sene boyunca mesai harcadı. Galatasaray tarihinin en önemli projesini gerçekleştirmek adına uzun ve meşakkatli bir yoldan geçti. Hangisinin gerçek başarı olduğunun tartışmasını yapmak bile anlamsız.
Sayın Özhan Canaydın'ın, 2003'te yaptığımız röportajda dediği gibi; "Bir kuruluşu ayakta tutmak için sarf edilen çabaların takdirini yalnızca futboldaki başarıya endekslemiş beyinlerin takdirine bırakmak ne kadar doğru olur?"
En büyük arzusu, Aslantepe'de iyi bir locada oturup maç izlemek olduğunu söyleyen Sayın Canaydın, bu hayalini gerçekleştiremedi. Şimdi Galatasaray camiasına düşen görev, ilk olarak cumartesi günkü kongrenin sarı-kırmızılı kulübe layık bir havada geçmesi, pazar günkü Fenerbahçe maçının her anlamda 'derbi'ye yakışması ve Ali Sami Yen tribünlerinin 'unutulmaz' başkanını unutmamasıdır. Ancak en önemlisi ise Seyrantepe'de inşaatı süren yeni stadın, imzalanan ciddi anlaşmalar nedeniyle isminin değiştirilmesi mümkün olmadığı için en azından stadın bir bölümüne Özhan Canaydın'ın ismi verilmeli.
Hayatta iz bırakmak önemlidir... Beyefendi kimliğiyle tüm çevrelerin saygısını kazanmış, Fair Play ödüllü Özhan Canaydın'a, en büyük hediye isminin yaşatılması olacaktır. Zaten Galatasaray Kulübü'ne de yakışan budur. Vefa, büyük camialarda ihtiyaç duyulan ve her zaman yaşatılması gereken bir duygudur.
Özhan ağabeye Tanrı'dan rahmet, kederli ailesi ve tüm spor camiasına başsağlığı diliyorum.