Sevgili Günlük,
New York Maraton Günlükleri serisine son noktayı koyuyoruz...
New York'a gittik, gördük, geldik...
Aslında bu girişi şöye uzatmak lazım; Gittik, hissettik, gördük, koştuk, seyrettik, ders aldık ve geldik...
Artık Vodafone İstanbul Maratonu için geri sayıma geçtik...
New York'tan da döneli yaklaşık bir hafta oldu. Bir toparlama yapmak gerek.
Sadece NTV Spor olarak değil, geniş birç basın ekibi ve yöneticilerle birlikte New York Maratonu'nu yaşama fırsatı bulduk...
Yaşamak diyorum çünkü, New York'a ayak bastığımız andan itibaren, şehirdeki maraton havasını hissettik, aslında bu bize hissettirildi...
Koşmanın sadece hızlı şekilde yürümek anlamına gelmediği, sağlığınız yerindeyse yapılması en kolay olan bu sporun aslında çok farklı anlamlar ifade edebileceğini anladık. Koşmanın amaç değil araç olduğunu gördük. Sosyal sorumluluk projeleri, sporun yaygınlaşması için sarf edilen çaba, şehir hayatıyla sporu aynı potada eritmek...
Sahip olduklarının reklamını çok iyi yapma kabiliyetine sahip Amerikalılar, New York Maratonunu da son derece iyi parlatıyor.
Fuar alanıyla, şehirdeki tanıtımlarıyla, 6000'i aşan gönüllüsü, 2 milyona yakın yol kenarı seyircisiyle bir haftaya yayılan bir festival, spor festivali...
Sadece Pazar günü koşulan biten bir müsabaka değil. Şehrinin kalbinin attığı bir festival ve bunu da yaratan size hissettirenler, New York'lular...
Evet, kesinlikle New York farklı bir şehir, yapısıyla, yerleşimiyle, kozmopolit sosyal hayatıyla ama New York'u New York yapan da insanları...
Ve bu durumda net şekilde şehrin dünyaya sunduğu en önemli ürünlerden biri olan maratonuna yansıyor. Bunun içine organizatörleri, koşanları ve tabi ki izleyicileri de dahil etmek gerek. Maraton sonunda amatör koşucularla konuştuğumuzda, New York'u diğer maratonlardan ayıran özelliğinin şehrin insanının yaklaşım farkı olduğunu söylediler. Sonuçta her yerde, Berlin'de, Tokyo'da Sidney'de koşulan mesafe aynı belki parkurlarda, iklimlerde ufak tefek farklılıklar var ama sonuçta yapılan iş aynı, farklılaştıran ise insanlar.
Vodafone İstanbul Maratonu yaklaşırken kendi adımıza ne yapmamız gerektiğinin farkındayız... Sorunsuz bir organizasyonun nasıl gerçekleştirebileceğini yöneticilerimiz tabii ki biliyor ama bu işin basit kısmı...
Zor olansa, insanlarımızı bu uğraşa yönlendirmek... Yoksa parası ödendiğinde elit atletlerin bir çoğu bütün maratonlarda boy gösteriyor. Bir olguyu, bir alışkanlığı yerleştirip bunu bir kültür haline getirmek ise hepsinden zor.
Vodafone İstanbul Maratonu, bu kültürün oluşturulmasında önemli bir ayak olabilir. Öncelikle koşmak için bir sebep yaratmakla başlayabiliriz...
Çok ünlü ve zaman zaman hafife alınan deyişte olduğu gibi burada da aslında ‘Önemli olan kazanmak değil, katılmak...' Ve katılımın içine sadece koşmak değil, seyretmek, destek vermek ya da farkında olmak da dahil...
New York Maraton Günlükleri serisine son noktayı koyuyoruz...
New York'a gittik, gördük, geldik...
Aslında bu girişi şöye uzatmak lazım; Gittik, hissettik, gördük, koştuk, seyrettik, ders aldık ve geldik...
Artık Vodafone İstanbul Maratonu için geri sayıma geçtik...
New York'tan da döneli yaklaşık bir hafta oldu. Bir toparlama yapmak gerek.
Sadece NTV Spor olarak değil, geniş birç basın ekibi ve yöneticilerle birlikte New York Maratonu'nu yaşama fırsatı bulduk...
Yaşamak diyorum çünkü, New York'a ayak bastığımız andan itibaren, şehirdeki maraton havasını hissettik, aslında bu bize hissettirildi...
Koşmanın sadece hızlı şekilde yürümek anlamına gelmediği, sağlığınız yerindeyse yapılması en kolay olan bu sporun aslında çok farklı anlamlar ifade edebileceğini anladık. Koşmanın amaç değil araç olduğunu gördük. Sosyal sorumluluk projeleri, sporun yaygınlaşması için sarf edilen çaba, şehir hayatıyla sporu aynı potada eritmek...
Sahip olduklarının reklamını çok iyi yapma kabiliyetine sahip Amerikalılar, New York Maratonunu da son derece iyi parlatıyor.
Fuar alanıyla, şehirdeki tanıtımlarıyla, 6000'i aşan gönüllüsü, 2 milyona yakın yol kenarı seyircisiyle bir haftaya yayılan bir festival, spor festivali...
Sadece Pazar günü koşulan biten bir müsabaka değil. Şehrinin kalbinin attığı bir festival ve bunu da yaratan size hissettirenler, New York'lular...
Evet, kesinlikle New York farklı bir şehir, yapısıyla, yerleşimiyle, kozmopolit sosyal hayatıyla ama New York'u New York yapan da insanları...
Ve bu durumda net şekilde şehrin dünyaya sunduğu en önemli ürünlerden biri olan maratonuna yansıyor. Bunun içine organizatörleri, koşanları ve tabi ki izleyicileri de dahil etmek gerek. Maraton sonunda amatör koşucularla konuştuğumuzda, New York'u diğer maratonlardan ayıran özelliğinin şehrin insanının yaklaşım farkı olduğunu söylediler. Sonuçta her yerde, Berlin'de, Tokyo'da Sidney'de koşulan mesafe aynı belki parkurlarda, iklimlerde ufak tefek farklılıklar var ama sonuçta yapılan iş aynı, farklılaştıran ise insanlar.
Vodafone İstanbul Maratonu yaklaşırken kendi adımıza ne yapmamız gerektiğinin farkındayız... Sorunsuz bir organizasyonun nasıl gerçekleştirebileceğini yöneticilerimiz tabii ki biliyor ama bu işin basit kısmı...
Zor olansa, insanlarımızı bu uğraşa yönlendirmek... Yoksa parası ödendiğinde elit atletlerin bir çoğu bütün maratonlarda boy gösteriyor. Bir olguyu, bir alışkanlığı yerleştirip bunu bir kültür haline getirmek ise hepsinden zor.
Vodafone İstanbul Maratonu, bu kültürün oluşturulmasında önemli bir ayak olabilir. Öncelikle koşmak için bir sebep yaratmakla başlayabiliriz...
Çok ünlü ve zaman zaman hafife alınan deyişte olduğu gibi burada da aslında ‘Önemli olan kazanmak değil, katılmak...' Ve katılımın içine sadece koşmak değil, seyretmek, destek vermek ya da farkında olmak da dahil...