“Futbol-ahlak ilişkisi sonsuz bir tartışma. Fakat, her şeyi karıştırmamak lazım. Futbol dışa kapalı, izole bir baloncuk değil. Henry olayında beni en çok şaşırtan, çok daha vahim davranış ve yalanlar kabul görürken, Henry'ye bu kadar sert tepki verilmesi oldu. Polanski'yi savunan birçok kişi Henry'yi yerden yere vurdu. Yanlışlıkla elle oynamanın 13 yaşında bir kızı uyutup ona tecavüz etmekten çok daha az vahim olduğuna inanıyorum."
Bu meşhur İrlanda maçındaki “EL” olayı gerçekleştikten sonra Pourqoui tant de haines? (Niye bu kadar çok nefret?) adlı kitabı da yazan ünlü Fransız yazar Pascal Boniface'in Henry olayı ile ilgili analiziydi bu cümleler. Evet kesinlikle İrlanda'nın ahını almış durumdalar. Evet kesinlikle Henry ve arkadaşlarının yaptıkları rakibe ve adalete saygısızlık. Evet kesinlikle İrlanda bu konuda haklı. Evet Fransa'ya karşı antipati duymakta haklısınız. Lakin olayın ahlaki boyutunda Henry ve Fransa'yı o kadar yerin dibine batırdı ki herkes, sanki tüm yerkürenin ahlaki çöküntüsünden o hareket sorumluymuş gibi. Boniface elma ile armutu nasıl karıştırdığımızı güzel ifade etmiş. Zaten antipati ve nefret ikilisi insanoğlunun en kolay erişebileceği hissiyatların önünde geliyor. En azından erişimi Türkiye'de internete olandan çok daha kolay, bunu söyleyebiliriz. Türk futbolseverinin de şu günlerde en fazla antipati çarklarını döndürdüğü takım ise tartışmasız Fransa. Öncelikle son yıllarda Domenech'in oynattığı (ya da oynatamadığı) kabız ve yavan futbol, sonrasında Dünya Kupası elemelerinin play-off eşleşmesinde İrlanda karşısında Henry'nin el yardımı ile attırdığı gol ve son olarak Euro 2016 ev sahipliğinin rakip olarak Fransa'ya gitmesi. İşin asıl enteresan yönü ise Fransızlar kendi takımlarına ve teknik direktörlerine neredeyse Türk futbolseverler kadar soğuk bakıyorlar.
Yani bırakın sizleri ikna etmeyi Fransızlara dahi motivasyon kaynağı bulmakta zorlanabiliriz. Fransa halkı hiçbir zaman takımlarından ve teknik direktörlerinden bu kadar umutsuz olmamışlardı. Biliyorlar ki artık Zizou yok. Biliyorlar ki takımın durumu çok da iç açıcı değil.
Ama Fransızların hiç mi iyi yönü yok. Bayılmıyor muyuz peynirlerine, şaraplarına, mimarisine, edebiyatına, sinemasına (bu da çok göreceli)... Hiç mi Albert Camus seven yok aranızda... Belki Serge Gainsbourg şarkısı seven... Ya da Cantona aşığı. Just Fontaine, Raymond Kopa, Michel Platini (oops) gibi isimlerin de mi hatrı yok. Fransa'nın neredeyse kusursuz alt yapı sistemiyle dünya futboluna yaptığı futbolcu katkısı da mı bir kıpırdama yaratmıyor. Bir umut Le Pen'in ve ırkçılığın inadına çok kültürlü takım yapısına olan destek. Şampiyonlar Ligi'nde bu sene son sekize kalan takımların hepsinde mutlaka Fransız futbolcular vardı mesela. Ama sanırım sorunun temeli başka yerde. Tek diyebileceğim mahallede herkesin nefret ettiği bir takım vardır. Hatta o kadar çok antipati duyuluyordur ki, haksızlık bu dersiniz ve siz o takımı tutup ona sahip çıkmak istersiniz. Belki Fransa konusunda bu sizi etkileyebilir. Hem Domenech gidip yerine Blanc gelecek.
Domenech'in 2006 Dünya Kupası kadrosuna aldığı ve turnuva sırasında kendi el kamerası ile çektiği filmi (Substitute) olay yaratan Vikash Dhorasoo, Fransız So Foot dergisi için Domenech ile yaptığı röportajda favori oyun planını soruyor. Diyalog şu şekilde:
Vikash: " Oyun stilinizi tanımlar mısınız?
Domenech: “ Bu soruyla ne ima etmeye çalışıyorsun?”
Vikash: “Yani takımınızı nasıl oynatmayı istiyorsunuz? Arkada bir libero ile mi, yoksa kontra atak mı, belki de bir 10 numara etrafında kurmak gibi opsiyonlar?”
Domenech: ”Benim oyun stilim maçları kazanmaktır”.
Vikash: “Bu bir cevap değil!!”
Fransa'nın ünlü yorumcularından Jean-Michel Larque, Domenech hakkında bir kitap yazıp onun oynattığı futbolla ve yaptıklarıyla tüm ülkeyi utandırdığını hatta Fransa'daki amatörleri bile futboldan soğuttuğunu söylemişti. Ona göre Fransa'nın taktiksel yapısı katastrofik boyutlarda. En önemli örneklerden birini de gruptaki Romanya maçında soldan sağa sırasıyla Henry – Anelka – Ribery dizilişini, maç içinde Ribery –Henry – Anelka şekline çevirip batırmasından veriyor.
Ancak son dönemde Domenech dahi taktiksel tortularını atmaya çalışıyor. Artık özellikle son hazırlık maçlarında her zaman oynattığı klasik ortada iki savunmaya yönelik orta sahayı içeren 4-2-3-1 taktiğini bıraktığını gördük. Lassana Diarra'nın hastalığı nedeniyle kadrodan çıkmasıyla orta sahayı daha hücuma dönük kurmaya çalıştığını görüyoruz. Lakin Güney Afrika'ya çok uzak olmayan Fransa'ya bağlı Reunion Adası'nda yapılan kamp sırasında ona sorulan 4-3-3 sistemini uygulaması hakkındaki soruya yine kendine has üslubu ile,”Ben sadece 5-5 görüyorum sahaya bakınca. İsteyen istediği gibi yorumlayabilir, tasvir edebilir dizilişi” diyerek imzasını attı. Coupet'den sonra tartışma konusu olan kale artık Hugo Lloris'e emanet. Marsilya kalecisi Mandanda çok uğraştı ama Lloris çok formda. Geri dörtlünün ne olduğunu biliyoruz: Sagna, Gallas, Abidal, Evra. Önlerinde Toulalan veya Alou Diarra, yanlarda Gourcuff ve Malouda. İleride de Henry – Anelka (Gignac) – Ribery olacak. Ortada Abou Diaby de deneyebilir. Ama genel hatlar bu şekilde olacak gibi. Domenech için asıl öncelik olan gol yememe taktiğinde bazı sorunlar olduğunu söyleyebiliriz. Bu taktiksel değişimden kaynaklanan adaptasyon problemlerinden dolayı son üç hazırlık maçının hepsinde gol yediler. Hatta Çin'e 1-0 mağlup olundu. Her ne kadar takımın artık yeni beyni konumundaki Gourcuff yeni taktikten çok daha fazla keyif aldıklarını ve iyiye gittiklerini söylese de savunma göbeğinde Gallas – Abidal ikilisi büyük iki soru işareti. Mesela Uruguay gibi hareketli forvetlere sahip bir takım karşısında çok zorlanabilecek bir savunma. Aslan burcu olan Squillaci'yi denemiyor dahi. Biliyorsunuz Astrolojiye özel merakı olan bu hayatı bu şekilde yorumlayan Domenech'e göre "Defansınızda bir aslan burcu varsa, diken üzerinde oturmalısınız. Öyle ya da böyle kendini göstermek isteyecek ve risk yaratacaktır." Hatta zamanında Pires'i kadroya almadığında onun akrep burcu olduğunu öne sürmüştü. Velhasıl Domenech gibi yapalım: Bana taktik falan sormayın, 11 kişi çıkıp burçlarımızı ahengiyle oynayacağız!
Fransa 1998 ve 2000'de arka arkaya hem Dünya Kupası'nı hem de Avrupa Şampiyonluğu'nu kazanırken herkesin bahsettiği oyuncu Zidane'dı. Halbuki arkasında asıl takımı toparlayan ve Horozlara liderlik edip tüm ağır yükü çeken ise Didier Deschamps'dan başkası değildi. Sonrasında Fransa, yeni Makelele ve Vieira'sını aramaya o kadar daldı ki, asıl takımı için gerekli olan birleştirici rolü üstlenecek oyuncu karakterini unuttu. Yıllar sonra bu role soyunmaya en uygun adam olarak Jeremy Toulalan gösteriliyor. Doğduğu kentin takım olan Nantes'ın altyapısında başlayan futbol hayatı onu 2006'da Aulas'ın Lyon'una getirdi. Hala da orada serüvenine devam ediyor. Domenech'in de orta sahadaki prenslerinden biri. Zamanında Rio Mavuba, Diarra'lar ile doldurmayı denediği bu çetrefilli mevkide en çok güvendiği isim. Toulalan çok iyi pas yapabilen, çok koşan, iyi top süren kısacası teknik ve taktik olarak önemli bir nefer. Ancak Fransa basınında da son yıllarda en çok konuşulan konu liderlik ve takımın birleştiren unsur olma konusundaki sıkıntıları. Ondan Zidane tadında bir liderlik beklenmiyor zaten. Sadece yıldızlar üstte şovlarını yaparken alt katlarda savaşçı takımı asıl omurgayı taşıyan oyuncuları sürükleyen isim olabilmesi gerekiyor. Yani gerçek bir ikinci adam olabilme kabiliyeti zaruriyeti.
“Pires istediğinde çok iyi oynuyor da istemediğinde ne yapacağız? “, “Henry bile vazgeçilmez değil”, “Sandıkların dibinde oyuncu arıyoruz” gibi eğlenceli, basınla ilişkilerini maksimum tutan bir adamsın iyi hoş. Evet son Dünya Kupası'nda final oynattın takıma. Anlıyorum ama hep netice hep netice olmaz. Biraz haticeden de konuşmamız lazım. Şuan ülken Fransa dışında dahi en az sevilen teknik direktörsün. Bak yerine Blanc da gelecek. Muhtemelen takım bulmakta dahi zorlanacaksın. Artık Estelle Denis'e televizyondan evlenme teklif etme lütfen. Belki kendine bir falcı dükkanı açabilirsin ama öncesinde şu takımı rahat bırak kendileri oynasınlar. Akışına bırak lütfen.
Takımın abisi tabii ki Thierry Henry... Her ne kadar geride Gallas da tecrübe timsali olsa da bu takımın büyük turnuva ve büyük maçlarda tecrübe anlamındaki en önemli ismi Henry. Bu sefer ele kolun hakim olup zekasını ve yeteneklerini konuşturduğunda neler olduğunu hatırlatmalı. Ona bu konuda destek olabilecek çaylak ise Valbuena. Ben Arfa, Nasri ya da Briand derken kadroya o girdi. Ludovic Giuly'i hatırlatan tarzıyla bu sene Marsilya'ya büyük katkı verdi. Sakatlık ya da formsuzluk durumunda verebileceği katkı önemli olur.
Tamam güvenilmez bir teknik direktörümüz olabilir. Tamam son dönemde hiç güven vermiyor olabiliriz. Ancak ummadık taş baş yarar hatırlatalım sevgili Uruguay, Güney Afrika ve Meksika.
Belki bazı Fransızlar dışında kimse Fransa'nın iyi senaryo yaşamasını istemiyor ancak onlar için en ulaşılabilecek nokta sanki çeyrek final gibi gözüküyor. Bir frankofon eğitiminden geçmiş bir birey olarak ben dahi Fransa'nın iyi senaryo yaşama konusunda sıkıntı çekeceğini düşünüyorum. Ama Dünya Kupası her şey olabilir.
Kötüsü sanırım Fransa'nın sanırım finale çıkması olabilir. Yani dört yıl sonra hele ki bir daha Domenech'in can sıkıcı futboluyla final gelirse hatta kupa futbolseverler için hoş bir senaryo olmayabilir. İşin şakası gruptan çıkamama durumu dahi olabilir
Forvetler: Garip değil mi? Gol atmakta zorlanan bir takımın en kuvvetli bölgesinin hücuma dönük oyuncuları olması. Tek tek baktığınızda hepsi birer büyük hücum silahı: Ribery bazı maçlarda başlı başına bir takım gibi hücum ediyor. Henry eğer formdaysa rakip savunmalar için korkulu rüya. Anelka kariyerinin en verimli dönemini yaşıyor. Sadece bunu milli takıma yansıtması lazım.Gignac her ne kadar bu yılı çok parlak geçirmese de geçen yılın Fransa gol kralı. Djibril Cisse yine ikinci baharını yaşıyor. Govou ve Valbuena da iyi yedekler. Ancak asıl büyük hücum silahı eğer sakatlık sıkıntısı olmazsa Yoann Gourcuff olacak. Zidane efekti olmasa da kendine has oyunuyla, zekasıyla ve oyun görüşüyle saha içi direktör o olacak.