Ve bu noktada, "Tanrı, Dünya'yı yarattı; ama Hollanda'yı Hollandalılar yarattı" sözü, çok değerli bir anlam ifade eder. Kanallar, bariyerler ve yollarla düzenlenen alanların böldüğü coğrafyayı yaşanır hâle getirmek için tarih boyunca mücadele eden Hollandalılar, 21. yüzyılda dahi ayakta kalmayı başarırlar. Öyle ki; tüm bu süreç içerisinde yaşadıkları, onlara nesillerce devam edecek keskin karakteristikler kazandırır.
Azim, Hollandalılar için henüz 1500'lü yıllarda vazgeçilmez bir yeti olmuştur örneğin. 1568 senesinde Hollanda'daki on yedi il, İspanya İmparatorluğu'na karşı isyan eder. Sebebi basittir aslında. 16. yüzyılda Kutsal Roma İmparatoru V. Karl'ın elinde bulunan Benelüx ülkeleri, bazı haklara sahip olmuşlardı. Hollanda, özerklik istiyordu. Ve V. Karl, Hollanda'daki on yedi ile bu ayrıcalığı tanımıştı. Ancak duruma itirazı olan biri vardı. V. Karl'ın oğlu II. Felipe, babasıyla aynı fikirde değildi. Hollandalılara karşı ağır yasalar uyguluyor, onları vergi ödemeye zorluyordu. Koyu bir Katolik olan II. Felipe'nin bir diğer amacı da, Hollanda'da yayılmaya başlayan Protestan görüşü yok etmekti.
Ne var ki; Hollandalılar, bu baskıyı kabullenemezlerdi. 1568 yılında başlayan ayaklanma, 1648 senesine dek sürecekti. Vestfalya Barışı ile neticelenen bu hareket, tarihe ise "Seksen Yıl Savaşı" olarak geçiyordu. Zafer için seksen yıl beklemişlerdi.
Azim ve inadın zaferi, Hollanda topraklarında hâlâ net şekilde görülmektedir. İspanya İmparatorluğu'na karşı sürdürülen mücadele sırasında ciddi deniz çarpışmalarının yaşandığı Haarlem Gölü'nün olduğu yerde bugün Schiphol Havalimanı bulunuyor. Ve Schiphol Havalimanı, bir anlamda doğaya karşı kazanılan galibiyeti ifade ediyor. Her ne kadar, akıllara hücum futboluyla gelseler de; ülke olarak coğrafî şartlardan dolayı savunma hâlinde kalmak zorundalar. Peki, yalnızca bunlar mı o keskin karakterler, hayır.
Hollanda kültüründe öne çıkan iki özellik, kazanılan statü ve eşitliktir. Hiyerarşi, oldukça esnek bir yapıda seyreder. Üçgenin tepesine ulaşmak daha kolaydır Hollanda'da. Ama iyi, bilgili, kaliteli ve güvenilir olmalısınız. "Otoritenin rolü, yöneticilerin çoğuna itici gelecek biçimde, insanların üzerinde gücünüzü kullanmak ya da istediğiniz gibi davranmaları için onları zorlamak değil, işin önceden kararlaştırılmış amaçlarına ulaşması için gerekli işlemlerin düzene sokulması olarak tanımlanmaktadır" sözü kabul edilir o topraklarda.
Yedek kulübesinde "maçı yaşayan" teknik direktör bulmak zor mudur, bilinmez tabii. Ancak diğer yandan, eşitlik de onlar için vazgeçilmez bir unsurdur.
Sadece birkaç araştırma dahi Hollandalıları anlatabilmek adına yeterli olacaktır. Özel bir çalışmada, "Patronun verdiği emrin hatalı olduğunu düşünürseniz, patronu ve emri sorgular mısınız, yoksa problemlerden kaçınmak için söylendiği gibi mi davranırsınız?" sorusuna Hollandalı iş adamlarının %96'sı, "Patronu ve emri sorgularım" der. Johan Neeskens'in Frank Rijkaard ve Guus Hiddink gibi teknik adamlarla iş birliği içine girmesi tesadüf müdür o hâlde? Peki, sezonu üç kupayla kapayan Jose Mourinho'nun bir zamanlar, Louis van Gaal ile aynı kulübeyi paylaşması?
Türkiye'nin olmadığı Dünya Kupası'nda Hollanda'yı desteklemek için o kadar çok neden var ki; futbol sahasına geçmeden bile, arka arkaya sıralanabilirler.
İngiliz düşünür Charles Hampden-Turner'ın Türkçe'ye de çevrilen "The Seven Cultures of Capitalism" adlı eserinin bir bölümünde, "Hollanda, en önemlisi, denizden yaklaşan sulara karşı her an kendisini savunmak durumunda kalmıştır. Bu koşulları atlatabilmek için inisiyatif ve çabuk tepki verme becerisine sahip yerel sorumluluk noktaları sağlayan ademimerkeziyetçi sistem gereklidir. Denizin saldırısına karşı yeterli bir savunma inşa etmek belki yerel toplumları aşan bir organizasyon düzeyi ister; ama her toplumun inisiyatifinin koordine edilmesi ve tüm katılımcıların üstlerine düşeni sonuna dek sürdürmesi gerekir. Eğer, herhangi bir grupta bir aksaklık olursa, savunması yetersiz kalır ve hatanın sonucunu herkes birlikte öder" sözleri geçmektedir.
Hollanda Futbolu'nun önemli yapıtaşlarından biri olan, Total Futbol'un mucidi Rinus Michels ile çalışma şansına henüz 16 yaşındayken erişen ve yıllarca Johan Cruyff ile birlikte aynı takım için mücadele eden Johan Neeskens ise, takım arkadaşının "Top bizdeyse eğer, gol atamazlar" sözüyle başladığı konuşmasını şu şekilde sürdürüyor: "Bu, oldukça basit bir mantık. Top, rakipte olduğu zaman ise hep beraber rakibe baskı yapmamız gerekir. Tabii oyuncularınızdan birinin bile, ‘Ben bugün kendimi iyi hissetmiyorum. Savunma işlerinin parçası olamayacağım, beni mazur görün' demesi, takım oyununu tamamen bozabilir. Ve işler istemediğiniz bir hâl alır." Hollanda kültürü ve futbol felsefesi arasında bir bağ kurmak mümkün görünüyor, öyle değil mi? Güney Afrika'da nereye kadar gidebilirler, bilinmez; ama rakiplerin karşısında her zaman bir "karakter takımı" olacak. Bu kesin!
Hollanda için herhangi bir turnuva öncesinde yapılabilecek en doğru tahminlerin bir köşesinde, "renk katacaklar" sözleri geçer. Ve bu öngörüde bulunanlar, o sürecin ardından haklı çıkmanın mutluluğunu yaşarlar. Yakın tarihteki tüm organizasyonlarda değişmeyen gerçektir bu. Hollanda'yı desteklemek için tribünlere koşanların portakal rengine bürünmesi dahi yeterlidir aslında. Ancak yine de yalnızca bu değildir Hollanda'yı çekici yapan.
1974 Almanya, 1978 Arjantin ve 1998 Fransa'da kupa kazanamamalarına rağmen, oynadıkları futbolla akıllara kazınan bir ülkeden bahsediyoruz. 70'li yıllarda futbola âşık olan birçok insan için, tüm zamanların en iyi takımı 1974 Almanya'daki Hollanda'dır. Yine, 1978 Arjantin'de Mario Kempes, rol çalmasaydı eğer; belki bambaşka senaryolar üzerine konuşuyor olacaktık. 1998'de Brezilya'ya penaltı vuruşlarının ardından kaybederken de Galatasaray'ın müstakbel kalecisi Claudio Taffarel'e takılmıştı, Hollanda. Ne şans!
Dünya Kupası Finalleri'ndeki talihsizlik, benzer şekilde Euro 2000 ve Euro 2008'de çıkıyordu karşılarına. Euro 2000'deki İtalya maçı, bol gol pozisyonu olmasına karşın, 0-0 sona eren tüm futbol maçları sonrasında hatırlanıyor artık. Üzerinden 50 yıl geçse de unutulmayacak. Hollanda, kendi evindeki o turnuvada oynadığı futbolla akıllara kazınmıştı. Fransa, 2 Temmuz 2000 günü İtalya'yı Rotterdam'da oldukça ironik bir sonla mağlup etmesine rağmen; Euro 2000 denince, akılların bir köşesinde Hollanda'nın Yugoslavya'yı 6-1 yendiği maç hep olacak. Euro 2008? Orada da durum aynı. Grup maçlarındaki olağanüstü performans, İtalya ve Fransa önünde toplam yedi golle alınan galibiyetler, dokuz puanla gelen liderlik ya da Wesley Sneijder, Arjen Robben, Rafael van der Vaart, Ruud van Nistelrooy gibi oyuncuların üst düzey oyunları, Hollanda'ya kupayı getirmedi. Dahası, grup maçlarının hemen ardından turnuva Hollanda için sona erdi.
Tarih boyunca yaşadıkları travma, Rusya karşısındaki çeyrek final maçında da yalnız bırakmadı onları.
Hollanda, sezonu erken açan takım konumunda. Güney Afrika'ya gelirken grupta oynadığı sekiz maçı da kazandı. Yalnızca iki gol yedi, rakip filelere ise 17 gol bıraktı. Mart ve Mayıs aylarındaki hazırlık karşılaşmalarında ABD ile Meksika'yı mağlup etti. Haziran'a gelindiğinde daha acımasız şekilde önce Gana'yı 4-1, ardından Macaristan'ı 6-1 yendi.
Ancak makûs talihinden kaçamadı. Finaller öncesindeki son hazırlık maçında Arjen Robben, takım arkadaşına topuk pası vermek isterken sakatlanarak oyunu terk etmek durumunda kaldı. 2009-10 sezonunda Barcelonalı Lionel Messi ile birlikte Avrupa'nın en heyecan verici oyuncusu olan Robben'in muhtemel yokluğu, Bert van Marwijk'ın Güney Afrika'daki planlarında mutlaka köklü değişikliklere yol açacaktır. van Marwijk, Robben'in Güney Afrika'ya uçacak ilk kafilede yer almayacağını açıkladı. Ve ekledi, "Durumu hiç iyi gözükmüyor." Bir ihtimal daha var. Ama kesin olan şu: Arjen Robben'siz hayat zor. Ve bunu en iyi bilen, 25 Mayıs günü Santiago Bernabeu'da Robben'i Bayern Münih formasıyla izleyen Real Madrid taraftarı. Onu bulup, kendisine bu soruyu sorabilirsiniz.
Peki, Robben'in yokluğunda kim öne çıkabilir? Real Madrid taraftarıyla konuşmaya devam ediyorsanız, bu sorunun da cevabını verecektir size. Wesley Sneijder, Jose Mourinho'nun takımı Inter'de olağanüstü performanslar sergiledi sezon boyunca. Euro 2008'deki keyif veren Hollanda'nın oyun içerisinde lideri konumuna geldiği anlar da oldu. Takımın güçlü yanı olan hücum tarafında rol alacaktır. Ama bu noktada önemli ayrıntılardan biri, Bert van Marwijk'ın tercih edeceği saha içi dizilişi. Hollanda, hâlihazırda 4-4-2, 4-3-3 veya 4-2-3-1 oynayabilecek bir takım görüntüsü çiziyor. Bir Hollanda geleneği olarak, hücum hattında yer alan isimlerin çok yönlü olmaları büyük etken. Wesley Sneijder, Rafael van der Vaart, Dirk Kuyt, Robin van Persie, Arjen Robben, Eljero Elia, Ryan Babel, Klaas-Jan Huntelaar gibi öldürücü bir hücum rotasyonuna sahip, van Marwijk. Peki, bu oyuncuları turnuva boyunca nasıl kullanacak? Bunu da Real Madrid taraftarına sormayalım, yok.
Sneijder, Inter'in UEFA Şampiyonlar Ligi'ndeki zafer koşusunda Diego Milito'nun arkasındaki adam rolünü üstlenmişti. Mourinho, bambaşka bir modelin peşindeydi. Kâğıt üzerinde Goran Pandev, Samuel Eto'o, Wesley Sneijder ve Diego Milito'yu hücum hattında görebilirdiniz. Ama en uçtaki Sneijder – Milito ikilisinin paralelinde olan Pandev ile Eto'o, daha çok savunma görevleriyle ilgileniyorlardı. Benzer bir yapı, Hollanda'da olur mu? Hücuma konsantre olacakları için zor.
Robin van Persie, forvetteki isim olarak öne çıkar. Hemen arkasına üç isim serpiştirilebilir. İyileşmesi hâlinde Robben ve Liverpool'daki formatıyla Dirk Kuyt'ın kanatlarda, Wesley Sneijder'in de merkezde olduğu bir üçlü olur bu. Rafael van der Vaart, yine hesaplar içerisinde yer alabilir. Orta sahada Mark van Bommel - Nigel De Jong ikilisi, 4-2-3-1'i mantıklı kılar. Savunmada ise Gregory van der Wiel, John Heitinga, Joris Mathijsen, Giovanni van Bronckhorst dörtlüsü olabilir. Diğer yandan, Hollanda'nın futbol alışkanlıklarından olan 4-3-3, sahayı enlemesine ve boylamasına kullanmayı amaçlar. Futbol, taç çizgilerinde de birer kale varmış gibi oynanır. Hollanda'nın Macaristan'a karşı oynadığı son hazırlık maçında bu durumun örneklerini görebilmek mümkün. Kanat savunucuları Giovanni van Bronckhorst ve Gregory van der Wiel'in hücumdaki etkinlikleri, Hollanda'nın yapmak istediklerini gerçekleştirme konusunda takıma önemli katkılar sağlayacaktır. Sol kanattan gelişen birçok atağın, sağ kanatta golle sonuçlanacağı anlara kendimizi şimdiden hazırlayalım. Ne de olsa, "En güzel gol, boş kaleye atılandır."
Vasat oynama hakları yok. Öyle olursa, Rusya örneğinde yaşanılan senaryo çıkar karşılarına. Kazanırken hep iyi oldular. Ortalama performanslarla gitmediler sonuca. İtalya, Fransa, Almanya gibi "turnuva takımı" olamadılar bu yüzden. Hep "en güzel kaybeden" oldular. Bir misyonları vardı. Yıllarca adeta akademik düzeyde futbol oynadılar.
Ama belki de zamanı geldi.
Ve Dünya Kupası başlayalı "Seksen Yıl" oldu. İyiler de kazanır. Öyle değil mi?
Dirk Kuyt, Güney Afrika'da Liverpool'daki görev tanımına benzer bir pozisyonda oynayabilir. Hollandalı, Premier League kariyeri boyunca, tüm planları Steven Gerrard ve Fernando Torres üzerine kurulu olan bir takımın görünmez kahramanı olarak öne çıkmıştı. Hollanda Milli Takımı'nda buna benzer bir konumlama içerisine sokulabilir. Bireysellik, Liverpool'daki kadar göz önünde olmasa da, Arjen Robben ve Wesley Sneijder'ın yok sayılmaması gerekir. Kuyt, bu iki ismin gölgesinde kalacak gibi duruyor. Liverpool'un eski menajeri Rafael Benitez tarafından "Mr. Duracell" adı takılan oyuncu, Hollanda'nın ikinci değil, üçüncü adamı olacak. Ama bu tabir, Hollandalılar için hiç de yabancı sayılmaz. Efsanevi oyuncu Johan Cruyff'un futbolculuk ve antrenörlük kariyerinin anlatıldığı "Ajax, Barcelona, Cruyff" adlı kitaptaki bir bölüm, bu konu için açıklayıcı olabilir: "Ajax'ta taktikle ilgili olan herkesin ağzında bir 'üçüncü adam' var. Normal bire iki varyasyonu yerine Johan Cruyff pas verebilecek bir ikinci oyuncunun olasılığını istiyor. Bosman, van Basten'den kopup bir anda sol tarafa boşa kaçtığında, Wouters de sağa kayıp kendini boşa çıkarmalı. Wouters üçüncü adamdır ve pratikte üçüncü adamlara müdafaa yapmak çok zordur. Üçüncü adam kafa karıştırır." Dirk Kuyt'ın Feyenoord ve Liverpool arasındaki geçişte gösterdiği futbol karakteri, kendisinin ne denli önemli bir oyuncu olduğunu anlatması için yeterli. Hollanda'da "gol makinesi" olan Kuyt, Liverpool'da Premier League Oyuncusu'na dönüştü. Güney Afrika'da da sağ kanattan çizgiye inecek. Ve takım arkadaşlarına gol imkânı yaratacak. Kendisinin goller atabileceğini söylememize gerek var mı? Sol kanattan gelişen Hollanda hücumları esnasında, sağ kanatta "unutulan" Kuyt'a dikkat edin.
Eyy Bert van Marwijk,
Adamsan... Neyse.
Hollanda'nın doğayla mücadelesinin önemli dönüm noktalarından biri 31 Ocak 1953 gecesi yaşanmıştı. Veliaht Prenses Beatrix'nin on beşinci yaş gününün kutlandığı o gece gerçekleşen bir batı fırtınası, Zeeland eyaletini yerle bir ediyordu. Eyaletin güney batısı, bu afet karşısında çaresiz kalmış, 1835 kişi saatler süren o hengâme esnasında hayatını kaybetmişti. Benelüx ülkelerinin kaderi belki de bu. Öyle ki; tarihsel süreç içerisinde yaşananlar, hep doğa olaylarının üzerinden atasözleri ile açıklanır.
Eğer bizi izliyorsa, Bert van Marwijk'a iki çift lafım var. "Bir gecelik buzun üzerinde yürüme, Bert!" Dikkatli ol, her adımını düşünerek at. Robben, "kanala topukları kanalın kenarına basarak ulaşırsa" eğer, şansın daha fazla, evet. Ancak yetişmezse de, "kafana yel değirmeni çarpmış gibi" davranma. Sersemleme sakın. Her zaman bir B planın olsun. "İhtiyar inekleri hendekten çıkarma." Geçmişe çok fazla takılıp, bugünü unutma. Yedek kulübesinde Elia var, Babel var. Tamam, tecrübe önemli –ki Giovanni van Bronckhorst, Mark van Bommel gibi adamlar kadroda. Ancak genç yetenekleri yok sayma. Bak ne demiş ataların, "Kaptan, tayfalarını fırtınada tanır."
Güney Afrika'da yapacakların çok önemli. Louis van Gaal, Frank Rijkaard, Guus Hiddink, Johan Neeskens, Dick Advocaat, Co Adriaanse, Marco van Basten... Bunların hepsi Hollandalı biliyorsun, değil mi? Arkadan gelen Philipp Cocu, Frank de Boer ve Dennis Bergkamp gibi yeni nesil antrenörleri saymıyorum bile. En son Feyenoord Rotterdam'ı altıncı yaptın. Bir de Sparta Rotterdam'ı alsan, küme düşürürdün kesin! "Birinin sahilden kanala inmesine yardım etme." Ve bu takımı şampiyon yap.
Gözlerini kaçırıyorsun. Mahçupsun ama, değil mi?
Takımın en yaşlı oyuncusu, Güney Afrika'da savunmanın sol kanadını kontrol edecek. Takımın en genç oyuncusunun görevi ise, sağ kanat savunmasını mükemmel hâle getirmek olacak. Macaristan karşısında 99. kez milli formayı giyen van Bronckhorst, grup maçlarının tamamında görev yapabilirse; van Marwijk'ın yardımcısı Philipp Cocu'yu (101) geçerek Hollanda Milli Takımı'nda en fazla maça çıkan üçüncü oyuncu olmayı başaracak. Edwin van der Sar'ın 130 kezle lider olduğu kategorinin ikinci sırasında Frank de Boer (112) var. 2009-10 sezonunda "Yılın En İyi Genç Oyuncusu" seçilen 22 yaşındaki Gregory van der Wiel'in ters kanatta yer alan 35 yaşındaki Gio van Bronckhorst'tan öğreneceği çok şey olmalı. Ve Hollanda'nın futbol felsefesi, bunun için oldukça müsait gibi gözüküyor.
Orada öylece bekliyorsunuz, değil mi? Farkındasınız. Türkiye'deki haber portallarının en sevdiği takım siz olacaksınız çünkü. Hollanda'yı mağlup ettiğiniz an, hele yarı final veya final maçında olursa bu, başlıklar hazır: "Portakal orda kal" Düşünmeye bile gerek yok! Ama o kadar kolay değil. Bir de ilk golü Hollanda atarsa...
Hollanda üzerine yazılacak iyi senaryo, Oscar alamayabilir. 1974 ve 1978 yıllarında çok yaklaştılar, olmadı. Ardından tüm turnuvalara "şampiyonluk" parolasıyla başladılar, gerçekleşmedi. Ama hedef aynı. Danimarka, Japonya ve Kamerun grubunun ardından çeyrek final yolu açık. Sonrasında ise İngiltere ve Brezilya gibi muhtemel çetin cevizler var. Akademi Ödülleri, bir şekilde Hollanda'ya gidebilir. Ayrıntılar da burada belli olur.
Hollanda'nın 11 Temmuz günü Soccer City'de Güney Afrika'ya kaybetmesi, Portakallar özelinde yaşanabilecek en kötü senaryo olur. FIFA Dünya Kupası Tarihi'nde iki kez final oynayan Hollanda, 1974'te ev sahibi Batı Almanya'ya; 1978'de ise yine ev sahibi Arjantin'e kaybetmişti. 2010'da bu tekrarlanırsa, Güney Afrika'nın finale çıkması yeteri kadar garip değilmiş gibi, Hollanda'dan "yeter" çığlıkları da yükselir. Yükselmesin ama.