Değişen yaşam koşullarının yarattığı, halkın büyütüp yücelttiği oyun olan futbolun anavatanı İngiltere, her seferinde “bu kez olacak” diyerek gittiği Dünya Kupası organizasyonlarından sürekli eli boş döndü. İtalya 90'da ulaştıkları yarı finali daha önce yalnızca 1966'da görmüş, Geoff Hurst'ün halen tartışılan golüyle Wembley'de kupaya uzanmışlardı. 1990 sonrası önce Amerika 94'ü pas geçtiler, sonra Fransa 98'de hüsran yaşadılar. Artık şu soruyabir cevap vermeleri gerekiyordu: İngiliz'in bildiği futbol tarzı, acaba kazanmaya yetmiyor muydu? Sven-Goran Eriksson, İngiltere ulusal takımının ilk yabancı antrenörü olarak 5 yıl görev yaptı. İki Dünya Kupası oynadı, ama yine çeyrek finalden ötesine geçemediler. Beklenen farkın oluşmaması üzerine tutuculuğuyla bilinen İngiliz'ler, “bizim evladımız” dedikleri birinin, bir İngiliz'in ulusal takımın başına geçmesini uygun gördüler. Fakat Steve McClaren'ın hikayesi Euro 2008 elemelerinde “Wembley'de açılan şemsiye” ile son buldu. Sonunda durumu kabullenerek gerçek bir “kazanan” olan Fabio Capello'nun önüne servet koydular. Bu sürecin sonunda 66'dan bu yana hiç olmadıkları kadar güçlü bir takımla Güney Afrika'ya geldiler.
Öncelikle şu soruyu sormak gerek: Futbolun doğduğu, büyüdüğü ve en çok sevildiği yer olan İngiltere, uluslararası turnuvalarda neden başarısız? Bugün dünyanın en çok izlenen futbol ligine sahip olan ülke, Dünya Kupaları'nda başarı kıstası olarak yarı finaller baz alındığında 8. sırayı 6 ülkeyle paylaşıyor. Bu durumun garipliğine ilişkin masaya getirilmiş pek çok teori var ve tamamı futbol sahasında düğümleniyor. Öne sürülen birinci sebep yetersiz yetenek düzeyi. Brezilya ve Arjantin'in başarısını İngiliz'ler bu şekilde açıklıyorlar. İkinci sebep İngiliz'lerde 66 Dünya Kupası sonrası hasıl olan, her mevkiye değişime kapalı, tek tip oyuncu yetiştirme fikri. Almanya'nın tarih boyunca yarattığı fark buna bağlanıyor. (Tabii bir de penaltı atamamaya!) İtalya'da ise bir ekolün varlığından bahsediyor, Capello'yu da bu fikirle kabul ediyorlar. Tüm bunların toplamı, karşımıza dışa kapalılık olarak çıkıyor. İngiliz'ler futbolu sürekli kendi bildikleri şekilde oynamaya çalıştılar; ama bu kupalara yetmedi. Heysel Faciası bugün önümüze çıkan -moda tabirle- açılım sürecini önce baltaladı, sonra hızlandırdı. Heysel öncesi Avrupa Kupaları'nın en başarılı takımı olan İngiliz'ler, Heysel yasağı sonrası uzun bir nadas süreci yaşadılar. Bu sürecin ulusal takıma yansıması ise Bobby Robson'ın İngiliz'leri ilk kez skor odaklı şekilde 3.5.2 oynatmasıydı. Yine Almanlar'a kaybetseler de tarihlerindeki en iyi ikinci Dünya Kupası derecesini aldılar. Sonrasında Thatcher politikalarının sebep olduğu sorunlar ve esas olarak Heysel ve Hillsborough facialarının etkisiyle stadyum koşullarının insancıl şartlara kavuşturulması adına ortaya çıkan finansman ihtiyacı Premier League'i doğurdu. İngiliz'ler futbollarını dışarıya açtılar, gelen yabancı oyuncular İngiliz'lere futbolun kalıbı olmadığını öğretti. Arsene Wenger'in Arsenal'de yaptıkları bugüne dair en büyük referans noktası oldu ve bugüne geldik. Önce Eriksson, sonra Capello ve İngiliz'ler artık futbolun kalıpları olmadığına ve her zaman bir fazlası olduğuna inanıyorlar. Yine de bildik oyun tarzlarını çöpe atmadılar. Uzun toplar, hızlı kanat adamları, British model orta sahalar ve bir yıldız, Wayne Rooney... Neo-İngiliz tarzı futbol bu sezon Harry Redknapp'le Tottenham'da ve Roy Hodgson'la Fulham'da büyük başarılar kazandı. Fabio Capello'nun elemeler sürecinde gösterdiklerini tüm bunlarla birleştirince ortaya “Favori İngiltere” çıkıyor. İngiliz'in futbolunu, Ada'nın futbol hikayelerini seven veya kazanandan taraf olmak isteyenlerin bu turnuvadaki adresi belli. Her gün karşılaştıkları yeni sorunlara rağmen bu kez kazanabilirler.
Final iddiasına dayanak oluşturan etkileyici eleme grubu performansı sürecinde takımın iskeletini oluşturan oyuncular, geride bıraktığımız sezonun ikinci yarısında art arda sakatlıklar yaşadı. Ashley Cole ilk tahminlere göre Dünya Kupası'nı kaçıracaktı, ama hızlıca iyileşerek yeniden form tuttu. Glen Johnson sezon süresince pek çok minor sakatlık geçirdi, form grafiği bu yüzden dalgalı seyretti. Rio Ferdinand sezon boyunca sakattı. John Terry ise Wayne Bridge'e karşı işlediği suç yüzünden kaptanlık pazu bandını kaybetti. Bridge ise “Terry varsa ben yokum” diyerek kariyerinin son Dünya Kupası fırsatını elinin tersiyle itti. Sezonun ilk yarısının en formda adamlarından Aaron Lennon aylarca sakattı, ancak Nisan sonunda sahalara dönebildi. David Beckham'a aşil tendonundan yaşadığı sakatlık engel oldu, bu Dünya Kupası'nda son kez sahada olma şansını kaçırdı. Wayne Rooney'nin 10 günlük bilek sakatlığı Man Utd'a bir sezona mal oldu, o kısa periyotta iki kulvarda da saf dışı kaldılar. Sonradan Rooney'nin henüz hazır değilken oynatılması sorun oldu, bugün hala %100 hazır olup olmadığı belli değil. Gerrard sezonu kötü geçirdi, takımın temel taşlarında istikrarını sezon boyu koruyabilen tek isim Lampard oldu. Son olarak Gareth Barry'nin durumu günlerce sürüncemede kalsa da lanetin son kurbanı Rio Ferdinand hariç tüm kilit oyuncular form durumları hazırlık maçlarında da görüldüğü üzere pek iç açıcı olmasa da hazır şekilde turnuvaya yetiştirildi.
İngiltere'de kale hala belirsiz. Peter Shilton sonrası ulusal takımın kalesi her daim “saçma gol yer, imkansızı kurtarır” kaleciler tarafından korundu, bu kez de bu gelenek bozulmayacak. Kaleciler İngiltere'de en büyük soru işareti durumunda. Üç kalecinin form durumu, tecrübe ve yetenek toplamı birbirine yakın, şanslar eşit. Savunma tandeminde Ferdinand'ın sakatlığı sonrası Terry'nin partnerliğini Ledley King yapacak. Yalama olmuş dizleri sezonun son bölümünde iyi dayandı, eğer turnuva boyunca sorun yaşamazsa kalitesiyle Ferdinand'ın boşluğunu doldurabilir. Yine de yaklaşık 10 yıldır süren Terry-Ferdinand partnerliğinin bozulması handikaptır. Sağ bekte maç-maç performans dalgalanmaları yaşayan Glen Johnson var. Meksika'ya karşı oynanan hazırlık maçında maçın adamı seçildikten birkaç gün sonra Japonya'ya karşı sahada kaldığı 45 dakikada berbat oynadı mesela. Her maç öncesi bir zar atılacak, artık ne gelirse. (Sağ bek alternatifsizlik nedeniyle Carragher kadroda, duruma göre o da forma bulabilir.) Sol bekte takımın gizli hücum silahı Ashley Cole var. Futbolunun en verimli çağında ve harika geçirdiği sezonda yaşadığı sakatlıktan çabuk kurtularak Dünya Kupası'nda oynama tutkusunu gösterdi.
İngiltere'nin orta sahası her daim kuvvetli olmuştur, ama bildik İngiliz oyun metodu son üç turnuvada kısır ve kabız bir takım ortaya çıkarmıştı. Fabio Capello, gelişiyle birlikte ilk olarak beyin yıkadı. Futbolcularını hüsranla biten dönemin buhranından çıkararak onları kendi metodlarına inandırdı. Takım savunması ezelden beri güçlü olan bu takıma bir yeni oyun planı oluşturdu. Her oyuncuya en doğru rolü biçerek herhangi bir kalıba uymayan, kazanma odaklı bir yeni takım tertibi oluşturdu. Gerrard'ın Benitez'le birlikte sahanın merkezinden alınarak iyiden iyiye bir hücum oyuncusuna dönüşmesi bu değişimdeki birincil yardımcı olarak sayılabilir.
Tüm hücum planları Wayne Rooney üzerinden şekilleniyor. A planında top, stoperlerin hazırlık pasları sonrası orta saha elemanlarına geçiriliyor ve Rooney'den sırtı dönük top alması bekleniyor. Topu Rooney üzerinden sağ kenara aktarıp hızlanıyorlar. Sağda Aaron Lennon oynayacak ve klasik bir İngiliz kanat oyuncusu olarak sürekli son çizgiyi zorlayacak. Sol kenarda oyun soldan şekillenirken oyun kurucu, top ters taraftayken uzak forvet rolünü üstlenen Gerrard, elemeler sürecinde sağ kenardan gelişen ataklarda arka direk koşularıyla çok gol attı. Birinci bölgedeki pas trafiği tıkandığında ise B planına geçiliyor. Bunun için de sahada Emile Heskey veya Peter Crouch olacak. Geriden pasla oyun kurulamadığında en iyi bildikleri işi yapıp uzun oynuyorlar. Topu pivot santraforlara yükseltiyorlar. Rooney sola yanaşıyor ve bu kez sağ kenarda demarke vaziyette bir fazla oyuncuya sahip oluyorlar. Alan boşaltma amaçlı hücum setleri etkileyici. Bu sayede rakip sahada top tutup bekleri oyuna sokma fırsatı buluyorlar. Lampard sürekli hücuma destek vererek aklıyla takımın hücum silahlarını çeşitlendiriyor. Hepsinden önemlisi, tüm bu setlerin uygulanabilmesi ve takımın top rakipteyken en doğru şekilde dizilişi koruması için hem merkez hem de pasör orta saha özelliklerine sahip olan Gareth Barry'e ihtiyaç var.
Duran topları yarı alan-yarı adam savunmasıyla savunmaya çalışıyorlar ama hem elemelerde hem de hazırlık maçlarında duran top savunmasında epey sıkıntı yaşadılar. Başta penaltılar olmak üzere (takımın penaltıcısı Lampard kullandığı son 2 penaltı atışını gol yapamadı) kullandıkları duran toplardan yeterince gol üretemiyorlar. En büyük sıkıntıyı ise baskı yediklerinde yaşıyorlar. İleride top tuamadıklarında eski hastalıkları nüksediyor ve sürekli Heskey'i bulmaya çalışıyorlar. Rakip takımların orta sahada Gerrard-Barry-Lampard üçlüsüne üstünlük kurması İngiltere'nin anahtarı. Capello bunun tolerasyonunu skoru elde ettiğinde ve ilerleyen turlarda şablonu 4.3.3'e çevirerek yapmayı planlıyor. Oturmuş takım tertibi sayesinde turnuvaya aktif başlayacaklar, rakiplerinden hamle beklemeyecekler. Çalışır hücum setleri üzerinden erken bir gol buldukları takdirde oyunun geri kalanı rakip için kabusa dönüşebilir. Tam tersi İngiltere için de geçerli. A planları çalışmadığında henüz reaksiyon gösterdikleri görülmedi.
Özetle, Capello'nun İngiltere'de uyguladığı oyun planı, klasik İngiliz futboluyla kazanan trend futbolun bir harmanı. Saha içi uygulamalarının teorik altyapısı çok güçlü olan bu takım, uyumlu parçaların birinde sorun yaşanması halinde doğru yoldan sapıyor. Lakin bütünü oluşturduklarında kupaya yaklaşıyorlar. Yalnızca Brezilya ya da Hollanda gibi takımların futbolunu sevenleri eğlendirmeyecek, ama kazandıkça hayranlarını artıracaklardır.
Bu sezon Chelsea'de çok daha ofansif bir rolde oynatılan Lampard, 60 maç oynadığı sezonu toplamda 31 gol 17 asistle tamamladı. Gol yüzdesi Dünya Kupası'nda mücadele eden pek çok santrafordan çok daha iyi. Mücadele gücü, pasları, şutları, boş alanlara yaptığı öldürücü koşular ve oyun zekasıyla Capello'nun formuna en çok güvendiği isim.
Fabio Capello'nun Dikkatine!
30 kişilik ön seçimli kadronun 23'e indirilmesi sürecinde yaşanan tartışmalar şimdilik hasır altında, vakti gelince yeniden masaya gelir. Sonuçta Darren Bent gol makinesine dönüştüğü sezonda şablon kurbanı olarak eve döndü. Barry iyileşince Parker ve Huddlestone'a yol göründü. Warnock'un Baines'a tercih edilmesi takımın yaş ortalamasına uygun sayıldı. Ama prensi Theo Walcott ve sezonun ikinci yarısında yıldızı parlayan Adam Johnson'ı kötü bir sezon geçiren Shaun Wright-Phillips'e tercih etmesi büyük kumar. AJohnson farklı bir oyuncu. Dar alanda adam geçebiliyor, bu özellik kadrodakilerden yalnızca Joe Cole'da var. SWP kendisine şans geldiğinde bunu değerlendiremezse bedeli ağır olur. Duran top savunmasına yoğunlaşılmalı ve takıma mutlaka penaltı çalıştırmalı. Matthew Le Tissier'den yardım alabilir.
Fabio Capello şu iki yıllık görev süresince torunlarına birer gemi alacak kadar para kazandı. Takımı kendi kurdu, buraya kadar getirdi, hepsi tamam. Ama ortada bir vaat var. Kazandığı servet sonrası takım Güney Afrika'dan eli boş dönerse Trafalgar'da etek giyerek dolaşmalı. Aşağısı kurtarmaz!
İngiltere'nin tutanıyla atanı arasındaki yaş farkı 15. Yaş ortalaması 29 olan takımda 25 yaşında olan Wayne Rooney genç sayılır. Muhteşem geçirdiği sezonun ardından büyük yıldız sıfatını tescilemesi için bu turnuvada üzerindeki baskıyı taşımak zorunda. Lider karakterli bir son vuruş ustası. Asla pes etmiyor, yenilgiyi asla kabul etmiyor. Acı eşiği çok yüksek, kolay kolay yılmıyor. Skor yükünü çekebilmesi için takım arkadaşlarının ona yardımcı olmasına ihtiyacı var. David James ise yaşının 40'a ulaşmasına rağmen tercih edildi, gerekirse kenarda otururum dese de takımın ona ihtiyacı var. Her ikisi de iyi oynarsa gerisini orta saha oyuncuları halledecektir.
Tanrı Wayne Rooney'i korusun. Ey rakipler, siz de kendinizi koruyun!
İngiltere için en iyi senaryo, Almanya ile finalden önce karşılaşmamaktır. Diğer iyi senaryo ise gruplar sonrası hiçbir maçın penaltılara kalmaması... Ha-ha... Turnuva öncesi başlarına çöreklenen sakatlık lanetini savuşturduktan sonra Almanya ve penaltı takıntısını aşmaya çalışacaklar. Fikstüre göre eğer her ikisi de gruplarını lider bitirirlerse Almanya ile ancak yarı finalde buluşuyorlar. Final yolunun Almanya üzerinden geçmesi İngiltere'nin Dünya Kupası yolculuğuna epik bir tat katıyor. Yarı final İngiltere için büyük resimde başarıdır, ama Capello'yu takımın başına kupa için getirdiler.
Gruplarda 7 puanın altına düşülmesi, yani turnuvada maç kaybetmeleri İngiltere için yeterince kötü bir senaryodur. Eğer yine yarı finale ulaşamadan turnuvaya havlu atarlarsa futbola inançları sarsılabilir. Capello sonrası Yılmaz Vural'a muhtaç olabilirler. (Alınma Yılmaz Hocam, seviyoruz seni...)
Capello'nun yeniden kurguladığı orta sahanın temel yapıtaşı Gareth Barry. Sol kenarda pozisyon alan Gerrard'ın top rakipteyken orta saha direncine katkısıyla gereken niceliğe ve niteliğe ulaşıyorlar. Barry sayesinde Lampard daha ofansif bir rol üstleniyor, daha efektif işler yapma fırsatı buluyor. Barry sayesinde Gerrard sol kenarda daha ofansif bir rolde oynuyor. Savunmadan çıkan ilk toplar sürekli Barry'de toplanıyor ve Barry sayesinde kenarlara doğru paslar ulaştırılıyor. Capello'nun elinde pozisyon bilgisi ve oyun zekası bu denli yüksek olup, aynı zamanda Barry kadar iyi pasör olan ve Lampard-Gerrard ikilisini öne taşıyacak bir başka orta saha adamı daha yok. Onun hazır olmaması halinde pek çok yenilik fikri akla geldi, hazırlık maçlarında pek çok deneme yapıldı, ama sonuç alınamadı. Barry'nin ilk maçtan itibaren hazır olması çok önemli. Takım savunması Barry'le dengeye ulaşıyor, hücum setleri Barry sayesinde gerçekleştiriliyor. 2002 Dünya Kupası'nda İngiltere'de Owen Hargreaves yıldızlaşmıştı, bu kez sıra bir başka emekçi futbolcu Gareth Barry'de...
(Çeyrek finalden sonra Heskey kenara gelir, James Milner ya da Joe Cole takıma girebilir.)