Bu Dünya Kupası'nda Kuzey Kore'yi tutmak lazım, çünkü takım bu dünyanın en yalnız takımı. Bir takım düşünün ki, taraftarlarının ülke dışına çıkması neredeyse mucizelere bağlı, oyuncuların önemli kısmının çıktığı uluslararası maç sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor, üstelik hiçbiri daha önce Afrika kıtasını görmemiş. Üstelik büyük ihtimalle devlet televizyonu maçlarını vermeyecek, çünkü Kuzey Koreliler'in dünyanın geri kalanının fakirlik ve açlık içinde kıvranmadığını görmeleri “Sevgili Lider” Kim Jong-Il ve saz arkadaşları için hiç de iyi olmayabilir.
Kuzey Kore'nin dünyanın en izole ülkesi olması, her zaman da o kadar kötü değil aslında. Bu takım 1990'lardan beri futbolun yaşadığı sarsıntılardan, endüstriyel futbolun aç gözlülüğünden hiç etkilenmedi. Oyuncuların aklında büyük transferler, milyonlarca dolarlık transferler yok. Yalnızca ülkelerini (ve “Sevgili Lider”i) en iyi şekilde temsil etmek -ve bir de tabii kendilerini çalışma kamplarına göndertecek hezimetlere imza atmamak- var. Kuzey Kore'yi tutmak gerek, çünkü onlar diğer 31 takımdan çok farklılar. Buraya gelmek için çok uğraştılar ve en az diğer takımlar kadar destek ve saygı görmek hakları. Başka kimsenin desteklememe ihtimali bile aslında Kuzey Kore'yi tutmak için bir neden.
Dünyanın en enteresan ülkelerinden Kuzey Kore, kabuğunu futbolla kırıyor ve 2010 Dünya Kupası'yla beraber seneler sonra dünya arenasında boy gösteriyor. Aslında Kuzey Kore'nin Dünya Kupası karnesi tüm zamanların en iyilerinden biri, zira oynadıkları tek kupa olan 1966'da çeyrek finale yükselmiş ve Portekiz'e efsanevi bir maçta elenmişlerdi. Şimdi hedefleri bu bilançoya halel getirmemek.
Günümüzde Soğuk Savaş'ın son canlı kalan parçası sayabileceğimiz Kuzey Kore, bu savaşın en canlı olduğu yıllarda Dünya Kupası vizesi aldığında da en az şimdiki kadar yadırganmıştı. Dünyanın kalanı Kuzey Kore'ye dair yalnızca Kore Savaşı'nı ve önce Stalin'e, sonra Mao'ya yoldaşlık ettikten sonra kendi rejimini icat eden “Büyük Lider” Kim Il-Sung'u biliyordu. Diğer taraftan Koreliler de dünyanın geri kalanını tanıyor sayılmazlardı. 1966 kadrosundaki oyuncular arasında daha önce Avrupa görmüş olan yoktu. Günümüzdeki “Sevgili Lider”in babası “Büyük Lider”le helalleşip yola çıktıklarında karşılarına ne çıkacağını da bilmiyorlardı. Ancak Middlesbrough'da kampa giren takım ilginç bir şekilde şehrin sevgilisi oldu. İtalya'yı yenip gruplarından çıktıklarında şehrin fahri hemşehrisi ilân edilmiş, çift katlı otobüslerde halkı selamlamışlardı. Daha sonra gittikleri Liverpool'da da halkın desteğini arkalarına aldılar. Kupanın favorilerinden Eusebio'lu Portekiz karşısında çıktıkları çeyrek final maçında ilk yirmi dakikada rakip kaleyi ablukaya alıp 3-0 öne geçtiler. Daha sonra Eusebio'dan dört gol yeyip 5-3 kaybettiklerinde bile ayakta alkışlandılar. 1966'nın Kuzey Kore'sinin en iyi bildiği şey, son dakikaya kadar savaşmak ve takım hâlinde rakibe baskı uygulamaktı. Koreliler'in hayatının her köşesine sinmiş olan kolektivite ve savaşma arzusu, 1960'ların futbolu için bilim-kurgu gibiydi. Maçlar izlendiğinde '66 model Kuzey Kore'yle, 2002'nin Güney Koresi'nin hemen hemen aynı tip bir futbol oynadığı görülüyor. Bundan sekiz yıl önce Hiddink'in oynattığı futbolun nasıl alkışlandığı düşünüldüğünde, 1966'da kısıtlı imkan ve yeteneklere rağmen bunları yapabilen “Choson”a saygı duymak gerekiyor.
Kuzey Kore, hayatın her alanında 1966'dan 2010'a belki de en az değişen ülke. Artık Kim Il-Sung yoksa da çılgın oğlu Kim Jong-Il var. Duvarlara asılan resim birken iki oldu, sabah akşam her köşede bangır bangır çalınan propaganda marşlarının konusu azıcık daha çeşitlendi, o kadar. Futbol anlamında da Kuzey Kore'nin 1966 ruhundan fazla bir şey kaybettiği söylenemez. Hâlâ takım oyunu, pres ve hırslı futbol Kuzey futbolunun karakteri. Üstelik bu sefer, iyi kötü yurt dışı görmüş bir-iki oyuncuları da var. Avantajları dünyanın tıpkı 1966'daki gibi onları tanımıyor ve ciddiye almıyor oluşu. Ama kimse onların ne kadar zamandır birlikte olduğunu ve birlikte yüzlerce antrenman yaptığını hesaba katmıyor. Kuzey Kore'de tüm kulüpler devletin malı ve millî takım için akan sular durabiliyor. Üç günlük kamp için kulüplere yalvaran diğer ülkelerin aksine Kuzey Kore'de millî takım kampları istenirse aylarca sürebiliyor. Bu tabii ki çok benzersiz bu durum.
Bugün dünyada bu takımın kupaya nasıl hazırlandığını ve ne durumda olduğunu bilebilecek kimse pek yok. Söz konusu Kuzey Kore'yse, bilmediğiniz şeyden korksanız iyi olur.
Kuzey Kore Millî Takımı'nı bir kez seyretmiş biri bile takımın bir numaralı yıldızının Japonya'nın Kawasaki Frontale takımının deli fişek oyuncusu Jong Te-Se olacağını bilebilir. “Subcommandante” de tıpkı Te-Se gibi Japonya doğumlu bir Kuzey Koreli, Ahn Young-Hak. Kore Savaşı öncesi Japonya'ya yerleşen ve “Zainichi” olarak anılan bu azınlık, son dönemde “Choson” takımına epeyce oyuncu yetiştirdi. Güney Kore ve Japonya formalarını da giyme şansı olan bu oyuncular, Kuzey Kore yanlısı okullarda okumuş olmanın da verdiği bir eğilimle “Sevgili Lider”in takımını tercih ettiler. Bu oyunculardan Ahn Young-Hak, 31 yaşında ve Japonya'nın Omiya Ardija takımında oynuyor. Takımın en yaşlı oyuncusu olan Ahn, geçtiğimiz yıl “düşman toprakları”na geçmiş ve Güney Kore'nin Suwon takımında oynamıştı.
Sevgili Kim Jong-Hun, Güney Afrika'da başarılar. Bu zor grupta çok başarısız olursanız Kim Jong-Il'in size neler yapabileceğini düşünmemeye çalışın. Hem biliyorsunuz ki o futbol sevmez, sabah akşam NBA izler. Dua edin final serisi uzun sürsün, belki o fark etmeden ülkeye girebilirsiniz. Bir de mümkünse yanınızda Pochonbo Elektronik Orkestrası'nı da götürün. Dünyada vuvuzela sesini bastırabilecek ve rakipleri hipnotize edebilecek tek şey odur.
Kuzey Kore takımında as oyuncular arasında fazla yaş farkı yok. Genç oyuncular ise ilk on birde oynamaktan ziyade, kadroyu doldurmak için alınmış gibi gözüküyorlar. Tecrübe bakımından ise ilerideki Hong&Jong ikilisi, takımın geri kalanının epeyce önünde. Brezilya karşısında birileri abilik yapacaksa, bu onlar olacak. Ahn gibi birazcık yurt dışı görmüş olanların dışındaki diğer oyuncuların ise kendini en azından bir süre çaylak gibi hissedeceğini söyleyebiliriz.
“Sevgili Lider”in selamı var, ona göre...
Takım, 1966'daki başarıyı tekrarlar, Afrikalılar'ın omuzlarında Cape Town turu atar, yeni bir belgesel çekilir.
Takım, üç güçlü rakibinden fark yer. Oyunculardan bir daha haber alınamaz.
Belki Kuzey Kore bu turnuvada atak yapmaktan ziyade defansını kollayacak ama takımın en kaliteli oyuncuları ileri uçta bulunuyor. Güney Afrika'da adını tüm dünyaya ezberletebilecek kadar yetenekli Jong Te-Se'nin yanı sıra Rusya'nın Rostov takımında oynayan kaptan Hong Yong-Jo da bu mevkide. Eğer bu iki oyuncu istediğini yapabilirse, bu grup birbirine girebilir. Portekiz, Brezilya ve Fildişi'nin olduğu bir grupta sürpriz yapabilmeniz için olağanüstü işler yapmanız gerekir. Fantastik Choson ülkesinin takımı şayet sihir yapacaksa, büyü Jong-Hong ikilisinin ayağından gelebilir.
Arsene Wenger, alkolü fazla kaçırdığı bir gün kıymetli bir Türk medyası mensubuna, "Bir Kamerunlu yarar, ikisi karar, üçü zarar, ulan 11 tanesinden aslan gibi takım çıkıyor be bunların" deyivermiş. Evet, ben de pek inandırıcı bulmadım ama zart diye kişisel 11'imi dizelemeye girişmek de içimden gelmedi.