Dünyanın bitimi… Şili ismi, yaygın teoriye göre Aymara dilinde bu anlama gelen “Chilli” kelimesinden gelir. Gerçekten de dünya, Şili'de biter. Dünyanın güney ucu Patagonya'nın bir bölümü, Şili tarafında kalır. Diğer bölümüne sahip olan Arjantin'e koskoca bir sahil şeridi boyunca sarılmış, ip gibi ipince bir ülkedir Şili; kuzeyinde Atacama çölü, güneyinde And Dağları... Uçların ülkesidir; dünyanın en yüksek sıradağlar zinciri de, yaşanmış en şiddetli depremler de bu topraklarda görülür.
On bin yılı aşkın sürece Mapuçelere ev sahipliği yapan ve yüzyıllar boyu İnka Medeniyeti ve İspanya tarafından hüküm sürülen Şili toprakları, 1818'de Bernardo O'Higgins Riquelme önderliğinde, bağımsızlığa kavuşur. Ne ki, kazanılan bağımsızlık, büyük güçlerin Latin Amerika üzerinde kabaran iştahlarını dindirmez. 1970 yılında seçilen Devlet Başkanı Salvador Allende'nin demokratik; emek ve ulusal bağımsızlıktan yana politikası bir süre sonra Amerika Birleşik Devletleri yönetimini rahatsız eder. Sosyalist hükûmet, bakır yatakları başta olmak üzere endüstriyi kamulaştırmış, maaşları artırmış, geniş bir sosyal yardım kampanyası başlatmış, topraksız köylülere toprak dağıtmıştır. Ancak eski Amerikan Başkanı Eisenhower'ın domino teorisine göre, sosyalist bir ülkenin varlığı, diğer ülkeler için de potansiyel tehlikedir. Dönemin Dışişleri Bakanı Henry Kissinger'ın “Bir ulus, komünizmi seçme sorumsuzluğunu gösterdiyse, buna seyirci kalacak değiliz” sözleri, ABD'nin olanlara bakış açısını özetlemektedir.
11 Eylül 1973 günü, Şili ordusunun uçakları parlemento binası La Moneda'yı bombalıyor, peşi sıra kara kuvvetleri harekete geçiyordu. Bombalama sırasında teslim olmaktansa devlet radyosundan konuşma yapmayı seçen Başkan Allende, bunun halkına son seslenişi olduğunu biliyordu; eğer bombalanan radyo kuleleri, “durgun sesini” onlara ulaştırabilirse tabii. O kanlı gün, istifa etmeyeceğini, insanların bağlılığını hayatıyla ödeyeceğini söyleyen Allende, “Onlar güçlü, biz haklıyız!” diyerek, ulusuna son kez yol gösteriyordu. 18 gün önce ordunun başına geçen Amerikan destekli General Augusto Pinochet'nin 17 yıl sürecek diktatörlüğü başlarken; Allende, Başkanlık Sarayı'nda son nefesini veriyordu. Altışar gün aralıklarla, Şili'nin en büyük sanatçılarından Victor Jara bilekleri kesilerek öldürülürken, zaten amansız hastalıkla pençeleşen Pablo Neruda daha fazla nefes alamıyordu. Darbe yönetimi boyunca binlerce kişi öldürülür, bir o kadarı kayıplara karıştırılırken on binlerce Şilili de hapsediliyor, işkenceden geçiriliyor, sürgüne gönderiliyordu. Ancak dezenforme edilmiş, korku içindeki Şili halkının büyük bölümü, Amerika'nın da her türlü ekonomik katkıyı sağladığı faşist liderine uzun yıllar boyunca destek veriyordu. Özgürlükçü kesimin sesi engellenmiş, Şili müziğinde Violetta Parra'nın temelini attığı “Nueva Cancion” akımının sürgündeki temsilcileri Inti-Illimani, Quilapayun, Illapu gibi müzik grupları ise mülteci olarak bulundukları başka ülkelerden Şilililerin özgürlük çığlığını dünyaya duyuruyorlardı.
1988 yılında yapılan referendumda Şili halkı, yüzde 56 gibi düşük bir oranla da olsa nihayet darbe hükûmetinin devamına “hayır” deyince, iki yıl sonra Hristiyan Demokratlar göreve geliyordu. Şili'de merkez-solun egemenliği, 2006'da bir kadın başkanın seçilmesiyle zirveye ulaştı. Boşanmanın 2004 yılında serbest bırakılacağı kadar muhafazakar bir ülkede; boşanmış, sosyalist ve dindar olmayan bir kadın olarak “bütün günahları üzerinde taşıyan” Michelle Bachelet'in -darbe döneminde annesiyle birlikte işkence görmüş, yine babasını işkencede kaybetmiş Michelle Bachelet'in- iktidara gelmesi, Şili'nin kat ettiği mesafeyi gözler önüne serse de, geçtiğimiz aylarda hükûmet el değiştirdi. Buna rağmen ülkenin yeni başkanı Sebastian Piñera, selefinin mevcut politikalarını sürdüreceğini açıkladı ve bu yolda ilerliyor.
Yaşadıklarıyla, tarihsel döngüsüyle; Türkiye'yle büyük benzerlikler yaşamış bir ülke Şili. Ancak bu uzun ince Latin Amerika ülkesi her ne yaşamışsa, buradakinden biraz daha yoğun yaşamış. Acısı daha yakıcı olurken, çığlığı da daha gür çıkmış. Bugün Şili'yi Pinochet'nin ülkesi olarak da görmek mümkün, Allende'nin de. Bir Neruda şiiri okuduktan, Inti-Illimani'den bir özgürlük türküsü dinledikten, bir Isabel Allende romanı okuduktan sonra; ikinciden başka seçenek kalmıyor.
Bir klişe hâline gelmiş olmasaydı, futbolun asla sadece futbol olmadığından başlayabilirdik belki söze. Şili, futbol ve Dünya Kupası deyince, akla maalesef Zamoranolardan, Salaslardan, 62'deki üçüncülükten önce, Şili Ulusal Stadyumu'nda yaşanan acı hatıralar gelmekte. Şili'deki askeri darbe sonrası toplama kampı olarak kullanılan stadyumda 40 binden fazla tutuklu, işkence ve tacize maruz kalmıştı. Orada bulunan halk ozanı Victor Jara, gitarıyla “Venceremos” (Kazanacağız) derken, binlerce tutuklu, tutkuyla kendisine eşlik ediyordu. Uyarı olarak parmakları kırılan Jara, ıslıkla şarkısına devam edince dili ve bilekleri kesilmiş, ardından kurşuna dizilmişti. Yaşananlardan kısa süre sonra, Kasım 1973'te ise, stadyum unutulmaz bir maça sahne olacaktı. Sovyetler Birliği ve Şili, golsüz geçen ilk maçın rövanşında karşı karşıya gelecekler, tur atlayan takım Dünya Kupası'na yol alacaktı. Maça on gün kala Sovyet Futbol Federasyonu FIFA'ya çektiği telgrafta, sporcularının “ Şilili yurtseverlerin kanıyla bezenen bir stadyumda spor karşılaşmasına çıkmayı reddettiğini” belirterek karşılaşmanın tarafsız bir sahaya alınmasını talep etti. Stadı inceleyen FIFA heyeti, bu isteğe “çimlerin futbol oynamaya elverişli, saha ölçülerinin teknik standartlara uygun ve tribünlerin düzenli ve temiz” olduğu gerekçesiyle olumsuz yanıt verdi. Sovyet ekibi geri atmadı ve 21 Kasım günü, Şili Ulusal Stadyumu'nda bir utanç tiyatrosu sahnelendi. Şilili “futbolseverler” ile dolu tribünler önünde sahaya çıkan 11 futbolcudan dördü paslaşarak topu kaptanlarına bıraktılar ve her anlamda ofsayt bir golün ardından “rakip takım” santra yapamayınca maç tatil edildi. Böylece Şili, 1974 Dünya Kupası'na katılmaya hak kazandı. Sormak gerek; turnuvadaki oynadıkları ilk maçın, Şili Ulusal Stadyumu'na hem yapım aşamasında, hem de daha sonra yaşanacaklarda ilham veren Berlin Olimpiyat Stadyumu'nda olması mıydı kaderin cilvesi, bu karşılaşmada Şilili Caszely'ye, Doğan Babacan tarafından kupa tarihinin ilk kırmızı kartının gösterilmesi mi, yoksa Şili'nin turnuvayı galibiyetsiz kapatması mı?
Kendi ülkelerinde oynanan 1962 Dünya Kupası'ndaki üçüncülükten bu yana, tam 48 yıldır kupada galibiyet yüzü görmeyen Kırmızılar, maalesef tarihine bir başka kötü anıyı daha sığdırmışlardı. Yine bir Dünya Kupası eleme maçında, rakip bu kez Brezilya'ydı, hedef ise İtalya 90. Brezilya'ya beraberliğin de yettiği maçta Careca, 47. dakikadaki golüyle Rio De Janerio ile İtalya arasında bir köprü inşa ediyordu. İki gole ihtiyacı olan Şili takımı, yirmi dakika kadar şansını denedikten sonra bu köprüyü aşamayacaklarını anladı ve önceden planladıkları oyunu sergilemeye koyuldu. Daha sonra Playboy'a soyunan Rosemary De Mello'nun sahaya attığı meşale, Şili'nin efsanevi kalecisi, ülkesinde çocuklara örnek gösterilen güven sembolü Kaptan Roberto Rojas'ın yanına düştü ve yere yığılan kaleci, eldivenlerinden çıkardığı küçük bir bıçakla kendisini kanlar içinde bıraktı. Şili sahadan çekilip maç tatil edilse de, kameralar Sao Paulo forması giyen kalecinin foyasını ortaya çıkarınca Şili evdeki bulgurdan da oldu ve bir sonraki kupadan da diskalifiye edildi.
Hep kötü anılardan bahsedecek değiliz; ancak dedik ya, 48 yılda Şilililerin övünç duyacağı bir başarıya da ulaşılamadı. 1998'de zaman değişmiş, Şili sempatik bir takım hüviyetine bürünmüştü. Marcelo Salas ve Ivan Zamorano'dan oluşan öldürücü hücum setiyle Şili, turnuvanın en büyük sürprizini yapmaya adaydı. Eğer gruptaki ilk maçlarında, İtalya karşısında 2-1 öndeyken hakem son dakikalardaki saçma penaltıyı çalmasa, Roberto Baggio “bu kez” fileleri bulmuş olmasaydı… Üç beraberlikle gruptan ikinci olarak çıkıp Brezilya'yı geçemeyi başaramayan Şili'nin, 2010'a kadarki son Dünya Kupası serüveni de bu olmuştu. Peki, 48 yıldır galibiyet yüzü görmeyen Kırmızılar, bu kez başaracak mı? Belki üç puanı bir arada görecekler, ancak gruptan çıkma yolunda şansları hiç de kolay değil.
2002 yılında Arjantin'in başında başarısız bir Dünya Kupası serüveni geçiren Marcelo Bielsa, buna rağmen hiç şüphesiz Şili için umut vadeden bir teknik adam. Artık unutulmaya yüz tutan 3-4-3 dizilişiyle takımını sahaya çıkaran Arjantinli, Güney Amerika Elemeleri'nde Brezilya'dan yalnızca bir puan eksik alarak Güney Afrika biletini kazandı. Üç savunma oyuncusuyla kalesini savunan ve Medel, Jara, Ponce üçlüsünün yeterliliğine, birinci sınıf kalecilerine rağmen bu başlıkta çok da dirençli bir ekip olmayan Şili, hücum hattında ise Humberto Suazo, Alexis Sanchez gibi golü pratikleştiren oyunculara ve Matias Fernandez desteğine sahip. “Matigol”, duran top becerisiyle takımını bir koza daha sahip kılarken, hemen arkasında bir başka genç yıldız Arturo Vidal, takımın iki yakasını bir araya getirebilmek için var gücüyle çalışıyor. Tüm parçalar birleştiğinde ise Şili'nin bize bol gollü doksan dakikalar vadettiğini söylemek yanlış olmaz. Buna karşın Bielsa'nın, “biz kendi oyunumuza bakacağız” diyen teknik adamlardan olmadığını, rakibi analiz edip taktiksel değişiklikler yapmaktan kaçınmadığını da göz ardı etmemek gerekiyor.
Gruptaki ilk maçında Honduras önünde favori olacak Şili, öncelikle bu karşılaşmada kazaya mahal vermemek zorunda. Sonrasında gelen İsviçre maçı kilit olacak, ancak son derece etkili kanat oyuncularına sahip olan İsviçre'yi üçlü defans kurgusuyla durdurmaları zor görünüyor. Bielsa'nın bu maçta B planı olan 4-2-1-3'e başvurması beklenebilir. Hazırlık maçlarında bunun ipuçlarını aldık. Karşılaşmadan çıkacak olası bir beraberliğin, son maç gününde Honduras'la oynayacak İsviçre'ye yaraması daha muhtemel. Bu durumda, ikinci tura yetecek skoru bilerek maça çıkacak olan İsviçre, Şili – İspanya mücadelesinden de beklediği haberi alacaktır. Dolayısıyla ilk maçta çarpıcı bir skor alınamaz ise eğer, Bielsa'nın takımı İsviçre karşısına galibiyet için çıkmalı ki, şu güzel takım turnuvaya ilk turda veda etmesin. Fernandez, Vidal, Jara, Sanchez, Medel, Isla gibi genç yıldızlarla Şili, futbolundaki “nueva nancion” (yeni şarkı) dönemini başlatmış durumda. Dileyelim, Neruda'nın “Umutsuz Bir Şarkı” sına benzemesin.
Esas oğlandan şüphe yok. İyi servis edilirse Suazo grup maçlarında gol krallığı listesindeki yerini sabitler. Peki ya servisi yapacak olan kim? Bir çeşit Franck Ribery, Alexis Sanchez. 1.68 boy, öldürücü hız, akıl almaz bilekler, 21 yaş… Tam şu vakitlerde müthiş bir form grafiği yakalamış durumda. Serie A'nın son bir buçuk ayında beş golle en golcü oyuncular arasında yer alırken, Dünya Kupası öncesi hazırlık maçlarında da Şili'nin en başarılı ismi oldu. Zayıf yapısının kendisine engel teşkil edeceği yorumlarına maruz kalan Sanchez, İtalya'da, Udinese'de başarılı olabildiğine göre fiziği problem olacak gibi görünmüyor. Yalnızca bir Arjantin Ligi yıldızı olmadığı belliydi, bunu artık gösterdi. Zayıf lig yeteneklerinin bir üst seviyeye geçtiklerinde yaşadığı “bal yapmayan arı” sendromunu artık aştı. Daha başarabileceği çok şey var. Bu turnuvanın ardından, belki de yıllarca onu konuşacağız. İmkansız değil. Kardeşimsin Alexis!
Sevgili Bielsa,
Başarılı bir teknik adamsın. Bir dünya kupası görmüş, ikinciye yol alıyorsun. İlkinde, turnuvanın favorisi Arjantin'i rezil ettin. Ortega'sı, Veron'u, Batistuta'sı, Crespo'su ve diğerleriyle taş gibi takımdı o takım. Babam bile şampiyon yapardı. Sen gittin gruptan çıkaramadın. Aslında iyi de oldu, yoksa yarı finalde bizim takımla eşleşecektin. Her neyse. Sonra gittin Olimpiyat Şampiyonu oldun, Copa America'da final yaptın vesaire ama yetmedi tabii.
Şimdi Şili'desin. Yalan yok iyisin, hoşsun, başarılısın. Güzel de top oynatıyorsun, bak ben zevk alıyorum şahsen. Ama sayın hocam, total futbol ayağına şu oyuncuların yeriyle bu kadar fazla oynama. Adamların kafası karışacak. Tamam herkes birbirinin görevini yapabilsin falan da Dünya Kupası dediğin dört senede bir kere geliyor. Görüntüyü netleştir, anteni sabitle. En azından şu turnuva bitene kadar.
Vidal'i, Medel'i; stopere koyma. Tamam orada da iyi oynarlar ama orta sahada daha iyiler. Hele üçlü defans yapacak isen, sakın ha deneme bile! Savunman ofansif, orta sahan defansif, ben ne anladım bu işten. Oynama kardeşim, oynama şu takımla. Bak ben yazdım 11'i sana, sen yorulma. Zaten B planın da var mı yok mu belli değil. Karizma desen zaten sıfır. Bence futbolu bilmiyorsun güzel kardeşim.
Sağlıcakla;
Genç bir kadroya sahip olan yeni jenerasyon Şili'de, disiplinsiz davranışlarından dolayı federasyondan aldıkları 10 maçlık ceza sonrası forma bulmakta güçlük çeken Tello ve Contreras'ın da yokluğunda 29 yaşındaki Afonso Alves hem en başarılı hem de yaşı en fazla oyuncu olarak takıma liderlik ediyor. Partneri Alexis Sanchez ise çaylak olarak başlayacağı turnuvadan, takımının başarı durumuna göre yıldız olarak çıkabilir.
İspanya'ya sözümüz yok. Lider de olur, turnuvayı da kazanır; kendi ellerinde. Ancak İsviçre, Şili ve Honduras'ın arasından kolayca sıyrılırım diye düşünürse, yanılır. Tabii umuyoruz ki böyle düşünsünler. Bir sistem takımı da olsa seyir zevki vermekten uzak İsviçre yerine çekici ve heyecan veren futboluyla Şili'yi turnuvada ilerlerken görmek keyifli olacaktır.
Şili için mümkün olan en iyi senaryo, ne yazık ki ikinci tur. Ötesi mümkün değil. H Grubu'nu en iyi ihtimalle ikinci sırada bitirecek olan Şili'nin bir sonraki turda karşısına çıkacak ekip, muhtemelen Brezilya olacaktır. Plaselerin de Portekiz ve Fildişi Sahili olduğunu düşünürsek, zor dostum zor…
Kötü senaryo ise, 48 yıllık galibiyet hasretini yarım asırdan fazla bir zamana taşımaları olacaktır. Bunu hak etmiyorlar, mümkünse gerçekleşmesin!
Savunma hattı ofansif, orta sahası defansif oyunculardan kurulu Şili, iki bölgede dengeyi kurabilir mi bilinmez, ancak takımın hücum gücüne diyecek söz yok. Merkezinde Gerd Müller, Tanju Çolak, Mario Jardel kabilinden “gol adam” Afonso Alves'i barındıran üçlü forvetin sağ ve sol taraflarında forma giyen isimler değişiyor. İstikrarsız ama patlayıcı forvet Orellana, tam da Dünya Kupası öncesi formda bir görüntü çiziyor. Şili'nin finallere kalmayı garantilediği Kolombiya maçını da oyuna sonradan giren Jorge Valdivia ile birlikte döndüren isim oldu; bu anlamda Bielsa'nın kendisine Palermovari bir vefa göstermesi beklenebilir. Pır pır forvet dediğimiz cinsin gelecekteki en başarılı temsilcilerinden biri olmaya aday Alexis Sanchez'in olmadığı bir kadro da düşünülemez, en azından doğru olmaz. Bu üçlünün arkasındaki Matias Fernandez de, Şilililerin en güvendiği oyuncuların başında geliyor. Fernandez, elemelerde en çok forma giyen dördüncü oyuncu olarak ilk on birin banko isimleri arasında yer alıyor. Farklı özelliklerde ancak birbirine yakın potansiyellerdeki oyuncular arasında bakalım Bielsa'nın tercihi nasıl olacak?