20. yüzyılın sonu yaklaşırken, Balkanlarda Yugoslavya, daha doğuda ise Sovyetler Birliği tarihin tozlu sayfalarına gömüldüler. On yıllar boyunca kapitalizmin alternatifi, insan toplumunun ulaşabileceği en ideal ve adil yönetim biçimi olarak gösterilen reel sosyalizm çökerken, aslında çökenin çok büyük bir bürokratik aygıt olduğu ve “İdeolojiler öldü” tezinin pek yakında gerçek olmadığının anlaşılacağı kimse tarafından bilinmiyordu.
Tarihin bu en karışık günlerinde Balkanlarda ve Rusya'da birçok ülke bağımsızlığını ilan ediyor, bir sene öncesine kadar aynı milletten olduklarını düşünen halklar birbirlerini boğazlayacakları savaşlara hazırlanıyorlardı. Bu hengamede, Tito Yugoslavyası'nın göz bebeklerinden biri olan Slovenya 1991'de bağımsızlığını ilan ediyor ve artık yoluna bir buçuk milyonluk nüfusuyla devam edeceğini duyuruyordu. Sosyalizm günlerinde büyük yatırımların yapıldığı, Bosna Hersek, Hırvatistan ya da Macaristan'a oranla çok daha sanayileşmiş ve ilerlemiş olan bu ülke, tüm bu özellikleri sebebiyle kapitalizmle en kolay entegrasyonu sağlayan devlet de oluyordu. Bir zamanlar Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun arka bahçesi olarak kullanılması, bu tarihsel bağ sayesinde orta Avrupa kültürünün Slovenya'da büyük bir etkiye sahip oluşu, İtalya'yla sınır komşusu olduğu gerçekleri de bu küçük ülkenin bağımsızlığından yalnızca altı ay sonra Avrupa Birliği tarafından tanınmasında ve 13 yıl sonra birliğe kabul edilmesinde büyük etkendi.
Slav kökenlerine rağmen Avrupa ile Balkan kültürü arasına sıkışan, iki milyonluk nüfusu ve yalnızca 20 bin kilometre karelik yüz ölçümüyle Avrupa Birliği'nin en küçük ülkesi konumundaki Slovenya, 1990'ların özellikle ilk yarısı boyunca Balkanlar'da yaşanan kanlı savaşlardan en az etkilenen ve sosyalist Yugoslavya'nın içinden çıkan yedi devlet içinde en az hasarla bu süreci atlatan ülke olarak kısa sürede birçok alanda ilerlemeye başladı.
Spor da elbette bu alanlardan biri oldu. Sosyalist toplumların disiplinli, planlı ve programlı yöntemlerinin sporda getirdiği başarılar tüm dünya tarafından bilinir ve saygıyla izlenirken; on yıllar boyunca aynı sistematikle yetişmiş Slovenlerin de spor alanında başarılı olacaklarını tahmin etmek zor değildi. Kış sporları, basketbol ve futbol Slovenya'nın en başarılı olduğu sporlar olarak öne çıktı. Kendi buz hokeyi ligi bulunan, 5 kez Dünya Buz Hokeyi Şampiyonası'na katılan ve Anze Kopitar gibi çok büyük gelecek vaad eden bir hokeyci yetiştiren Slovenler, basketbolda da 8 kez Avrupa Basketbol Şampiyonası'na katılıp, bir kez dördüncü olmayı başardı ve Sasha Vujacic, Radoslav Nesterovic, Beno Udrih gibi sporcularla adını NBA'de de duyurmayı başardı.
Futbol ise, bu küçük ülkenin geri planda kaldığı sanılan ancak yakından bakıldığında çok büyük işler başardığı bir spor. Henüz 20 yıllık bir ülke bile olmayan Slovenya, dünya futbolunun en büyük ve ihtişamlı sahnesi olan Dünya Kupası'na katılmayı iki kez başararak büyük bir başarının altına imzasını koydu. Bu küçük ülke ayrıca 2000 Avrupa Şampiyonası'nda da boy göstererek, adını uluslararası futbol arenasında ilk kez milenyumun başlangıcında duyurdu. 2000 yılındaki turnuvada yıllarca birlikte yaşadığı Yugoslavlarla karşılaşan Slovenler, 3-3 biten muhteşem maç sonunda bir puanı almayı başardı. Grupta Norveç'le 0-0 berabere kalan, İspanya'ya ise 2-1 yenilen Slovenya için turnuva grup aşamasında sona erse de, kazandıkları bir oyuncu dünyada adından fazlaca söz ettirdi: Zlatko Zahovic.
2002 yılında Türkiye'nin tüm dünyayı kendine hayran bıraktığı Dünya Kupası, Slovenya açısından ilk kez yaşanan muhteşem bir heyecandı ancak peri masalı istedikleri gibi bitmedi. Açılış maçında güçlü İspanya'ya 3-1 kaybeden takım, sonucu normal görüp canını çok fazla sıkmasa da, ülke futbolunun tartışmasız en büyük futbolcusu konumundaki Zlatko Zahovic'in teknik direktör Srecko Katanec ile yaşadığı kavga sonucu kadro dışı bırakılması herkes için büyük bir hayal kırıklığı olmuştu. Ardından alınan Paraguay ve Güney Afrika mağlubiyetleri ise Slovenya'nın evine puansız dönmesine neden oldu.
2010 Dünya Kupası eleme grupları belli olduğunda Slovenya'nın önünde Çek Cumhuriyeti, Polonya, Slovakya gibi takımlar bulunuyordu ve bu gruptan çıkıp Güney Afrika'ya gelmelerine imkansız gözüyle bakanların sayısı fazlaydı. Gruba iyi başlayıp 3 maçta 7 puan toplayan Slovenler birçok kişiyi yanıltsa da, iki Çek Cumhuriyeti maçı ve Kuzey İrlanda mücadelesinden alınabilen yalnızca bir puan umutları azaltmıştı. Teknik direktör Matjaz Kek, 12 Ağustos'taki San Marino maçı öncesi oyuncularına kalan dört maçı da kazanabileceklerini söylediğinde buna inananların sayısı oldukça azdı. Ancak takım bunu başardı ve lider Slovakya, Polonya gibi takımları gol dahi yemeden mağlup edip 4 maçta 12 puanı cebine koydu ve grubu ikinci sırada bitirdi. Artık Güney Afrika ile aralarındaki tek engel, bir zamanlar yaşadıkları sosyalizmin büyük ağabeyliğini yapan Rusya'ydı. Onlara şans veren yine azdı çünkü Rusya'nın göz kamaştıran kadrosunun yanında, takımın başındaki Guus Hiddink ibreyi Ruslardan yana çeviriyordu. Ülkenin başbakanı Borut Pahor bile takımının Dünya Kupası'na katılmasının zorluğunun farkında olsa gerek, eğer bunu gerçekleştirirlerse oyuncuların ayakkabılarını kendisinin temizleyeceğini söylüyordu. Moskova'da oynanan ilk maç 2-0 Rusya üstünlüğüyle sürerken, 87. dakikada sahneye Pecnik çıktı ve kimsenin o anda önemini kavrayamadığı golle skoru 2-1 yapmayı başardı. İkinci maç için Maribor'da sahaya çıkan Slovenya, Dedic'in golüyle 1-0 öne geçiyor, kalan dakikalarda umutsuzca çırpınan Ruslar bu golü çıkaramayınca Slovenya Güney Afrika biletini, Hiddink ise İstanbul biletini cebine koyuyordu.
Slovenya buraya kadar savunmasının kudretiyle gelmiş olsa da, İngiltere, ABD ve Cezayir'in bulunduğu gruptan çıkmak için; yalnızca kalesini gole kapatmanın yetmeyeceğini de biliyor olmalı. Sloven takımının forvet hattında, kısa süre sonra karşılaşacakları Rooney, Defoe, Donovan gibi süper yıldızlar olmasa da, ülkesi için en az onlar kadar önemli bir işi başarmış olan Zlatko Dedic dikkat edilmesi gereken bir isim. Rusya ile oynanan play-off ikinci maçında karşılaşmanın tek golünü kaydeden ve Slovenya'yı Güney Afrika'ya taşıyan Dedic, takımın karakterine uygun olarak çok koşan ve mücadele eden bir forvet. Yugoslavya parçalanmadan önce şimdiki Bosna Hersek topraklarında doğan Dedic, futbol hayatına Almanya'nın Bochum kulübünde devam ediyor. 30 yaşını devirmiş olan tecrübeli Milivoje Novakovic ile beraber takımın hücum hattında yer alması beklenen 26 yaşındaki Dedic, “Dünya Kupası'nda beklenenden daha fazlasını yapabiliriz. Çünkü ulus olarak kendimizi göstermeyi çok istiyoruz ve bu isteğimiz bizi başarıya götürebilir” diyerek, büyük turnuva öncesi verdiği son mesajında iyimser olmayı tercih etti.
Slovenya'nın başında çok zorlu günler geçiren, eleme grubundaki Kuzey İrlanda mağlubiyeti sonrası istifası için kampanyalar düzenlenen, ismi bir filmin kötü kahramanına atıfla Kekec olarak değiştirilen Matjaz Kek, takımını Güney Afrika'ya taşıyarak bile çok büyük bir işin altına imza koydu. Ancak bu kadarla yetinmek istemiyor ve daha ileriye giderek adını memleketinin tarih sayfalarına altın harflerle yazdırmak istiyorsa bizi iyi dinlemesinde fayda var. Kek, takımı 4-4-2 ile oynatmaya ve savunmaya ağırlık veren oyununa devam edebilir. Ancak takımdaki yaratıcı oyuncu eksikliğini gidermek için Auxerreli Valter Birsa'yı ve Interli süper yetenek Rene Krhin'i ilk 11'de oynatmak zorunda. Eleme grubunda kazanılan maçlardan yalnızca biri hariç hepsinde bu iki oyuncudan birinin muhakkak ilk 11 başlaması, puan kaybedilen maçların hiçbirinde ise bu ikilinin kadroda yer almaması tesadüf olmasa gerek. Ayrıca Kek, İngiltere karşısında olmasa bile, Cezayir ve ABD karşısında çift forvetten vazgeçmemeli ve Novakovic ile Dedic'i birlikte oynatarak gol aramalı.
Slovenya Milli Takımı'na Güney Afrika'da ağabeylik yapacak isim hiç kuşkusuz Milivoje Novakovic olacak. Takım içinde en fazla uluslararası tecrübeye sahip olan, Bulgaristan liginde gol krallığı yaşayan, iki sezon önce Köln formasıyla Bundesliga'da 16 gol kaydetmeyi başaran 31 yaşındaki forvet oyuncusu, Slovenya'nın 4 Haziran'da Yeni Zelanda'yı mağlup ettiği maçta da rakip fileleri iki kez havalandırmayı başardı.
Novakovic'in Güney Afrika'da en fazla üstüne titremesi gereken oyuncu ise Rene Krhin. Slovenya milli takımının 23 kişilik kadrosunun en genç ismi olan 1990 doğumlu Krhin büyük gelecek vaad eden bir isim. Orta sahada görev alan ve 2007 yılından beri İtalya'da İnter forması giyen genç oyuncu, saha görüşü, usta pasları ve kendine güveni ile teknik direktör Matjaz Kek'in zor zamanlarda güvenebileceği bir isim olarak öne çıkabilir.
Dikkat! Bu takım ısırır
Slovenya, ülke futbolunda çok sevilen tabirlerle ısıran, basan, kovalayan bir takım. 1974'ün Hollandası gibi ya da 1982 Brezilyası gibi rakiplerini bile mest eden bir oyun oynamadıkları muhakkak ancak bu iki efsane takımın da zafer yaşamdan evin yolunu tuttuğu düşünüldüğünde, estetiğin her zaman kupa getirmediği anlaşılıyor. Slovenya, kupayı almak gibi çok büyük bir hedef koymasa bile, sert ve pasa dayalı disiplinli oyunuyla rakiplerine kolay kolay galibiyetin zevkini yaşatmayacağı mesajını veriyor.
Dünya Kupası'na gelirken kimse Slovenya hakkında büyük beklentilere sahip değil. Ancak hepimizin bildiği gibi top yuvarlak ve oyun her sonuca açık. Grubun favorisi olarak görülen İngiltere'nin ardından bir üst tura yükselmek için yaşanacak mücadele, Slovenya'nın turnuva sonrası başarılı mı başarısız mı olarak değerlendirileceğini belirleyecek. Afrika'dan gelirken, Mısır'ı savaşı andıran maçlarla geçen Cezayir'i mağlup etmek ve ABD ile berabere kalmak bile Slovenya'yı gruptan çıkarabilir. Bu senaryonun gerçekleşmesi halinde Slovenya'da bayram coşkusu yaşanacağını ve bu takımın adını tarihe yazdıracağını tahmin etmek zor değil.
Büyük şölen başlamadan önce birçoklarının gerçekleşeceğini düşündüğü ihtimal. Yani Slovenya'nın İngiltere ve ABD'ye kaybetmesi, üstüne üstlük Cezayir'e de yenilerek grubu puansız ve son sırada tamamlaması.
Slovenya Dünya Kupası'na katılmayı başarırken çok bilindik bir yönteme güvendi. Klasik 4-4-2 ve sıkı savunma. Eleme grubunda 10 maçta 4 gol yiyen, Rusya ile oynanan iki play-off maçını da 2 gol yiyerek atlatan Slovenya, kendisinden iki maç az oynayan Hollanda'dan sonra elemelerin en az gol yiyen takımı olmayı başardı. Eleme grubunu lider tamamlayan Slovakya'dan iki maçta yalnızca bir gol yiyen Slovenler, grubun favorisi Çek Cumhuriyeti'nin de bir gol bulmasına izin vererek başarılarını perçinlediler. Oyunu basit oynamaya çalışan ve kısa paslarla rakibi yormayı amaçlayan Slovenya bu taktiğiyle kalesini gole kaparken, elbette bu başarıda başrol, 26 yaşındaki kaleci Samir Handanovic'e aitti. İtalya'da Udinese'nin kalesini koruyan Handanovic, hücum opsiyonları sınırlı olan takımının geride en güvendiği isim olurken, savunmanın ortasında oynayan ve Fransa'nın Grenoble takımında top koşturan Bostjan Cesar'la birlikte milli takımın savunmadaki başarısının en büyük mimarıydı.