Ekselansları, pek sevgili Roger Federer ile randevumuz vardı pazar saat tam 17:00'de! Uzun zamandır bu kadar keyifli bir pazar geçirdiğimi hatırlamıyorum. Federer, İstanbul Open finalinde korttaki yerini aldığında, tenisle Hülya Avşar sayesinde tanışmış mağdur bir neslin neferi gibi hissettim kendimi! İçimden “Hiçbir şey için geç değildir. Tenis de bizim işimiz” naraları atarak; profesyonel bir tenis izleyicisi edasıyla maçı pür dikkat izledim ve kortta gördüğüm “asalet” hala gözümün önünde!
Tenisin sessizliğini duydum. Hani dünya gözüyle denir ya; Federer'in o şık vuruşlarını gördüm çok şükür! Şükür çünkü bazı “adamlar” vardır! Yaptıkları işi size o kadar güzel satarlar ki! Tenisi değil Federer'i bilmek benimkisi! Hoş git şehrimden! Yine gel emi Roger Federer!
Bir ara Federer'e “Bu işi bırakma üçüncü sete... Trabzonspor-Beşiktaş maçı var” diye bağırmam dışında maçta çıtımı çıkarmadım! Kırmadı sağolsun... Ben de kendisiyle vedalaşıp maça yetiştim.
Bilic'in lakabı bilirkişiler tarafından “Derbi kazanamayan” olarak ilan edildiğinden beri düşünüyorum. Aylar önce, “Bir dahaki Beşiktaş-Trabzonspor” maçını bekle dedim kendi kendime! Çünkü ilk maçta farkettim ki Beşiktaş'ın Trabzonspor'la oynadığı maçlar derbiden sayılmıyor. O yüzden maça yetişmem şarttı! İzledim... İzledik...
Beşiktaş'ın kazandığı derbi değil de nedir? Bu kadar aydır derbi kazanamıyor diye kimi eleştiriyorlar ben anlamıyorum. Trabzonspor'a ayıp olmuyor mu? Trabzonspor ile oynayan Üç Büyükler'in maçları derbi olmuyorsa anlatsınlar biz de bilelim! Yayıncı kuruluş bile maçı satarken “derbi” diye satıyor! Ben derbi parası ödüyorum da maça... Ondan bu ayrıntıyı belirtmek istedim!