Red Bull Salzburg sponsorunun hakkını veren bir takım. Maç 3-1 aleyhlerine bittiğinde oldukları yere yığılıp kalmalarına bakmayın siz. Gerçek anlamda enerji küpü bir takımlar ve UEFA Avrupa Ligi'nde elemeyi geçip gruplara kalırlarsa sinir bozucu bir rakip olurlar. Ha, gruptan bile çıkamayabilirler çünkü enerjileri ve güçleri kadar teknik becerileri olduğunu söylemek zor. Bir iki ismin dışında esprisi olan oyuncuları yok denebilir ama sırf iştahları bile epeyi rakibi korkutacaktır.
İlk maçta sahanın son üçte birinde asap bozucu bir pres ve doğrudan dikine oyunla Fenerbahçe'nin dört benzemez savunma hattının başını döndürmeyi başarmışlardı. Aynı savunma dörtlüsüne karşı bu sefer de yine arkada boşluklar buldular. Tek hatta yakalanan sarılacivertli savunma rakibini ofsayta düşürmeyi başaramadı, üstelik o hattın yeri de yay üstü olunca telafi mesafesi de kalmıyordu arkada. Ama olmadı. Ya Volkan çıkardı, ya savunmadan birileri son hamleyi doğru yaptılar. Dördüncü dakika hariç!
Fenerbahçe, kadrosunun en zengin olduğu iddia edilen orta saha merkezinde arayışını sürdürüyor. Emre'nin yerine Cristian'ın ilk onbir başladığı, Alper'in yeniden kulübeye geldiği bir onbirle sahaya dizildi Fenerbahçe. Sow da dönüş yapmıştı, Kuyt da yerine geri geçmişti (maçın önemli bir kısmında solda oynamasına rağmen başlangıç yeri ezbere bildiği yerdi). Bu kez farklı yaptığı şey, rakibin etkili olduğu kendi birinci bölgesinde yakın mesafeli kademeler uygulaması oldu. İlk hattı geçse dahi ikinciye takıldı Salzburglular. Yobo yine kaçarak oynasa da özellikle Bruno Alves ve zaman zaman Kadlec yerinde kademelerle Topal ve Meireles'in arkasına sekenleri topladılar.
Bunun yanında ikinci doğrusu kendi standardının üzerinde isabetle yaptıkları gerek derinlemesine, gerekse çapraza tek pas denemeleriydi. Takımda açık alanda paslaşma ve topla mesafe kat etme konusunda ehil oyuncular olmasına rağmen bunu pek görmezdik. Yanal'ın Fenerbahçe'ye kazandırması halinde en büyük fark yarattıracağı şeylerden biri zaten takımın kontraatak becerilerini iyileştirmek. Dedikoduların artık giderek gerçeğe dönüşüyor olmasına bakarak, Emenike de bu takımın kadrosuna girecekse Fenerbahçe arka alanda boşluk bırakmanın pahalıya patlayacağı bir rakibe dönüşebilir. Epeyi zamandır, maçlardaki topla oynama oranlarında rakiplerine üstünlük sağlamasına rağmen maçların yaklaşık üçte birini rakip baskısıyla geride kabul etmek zorunda kalan Fenerbahçe'nin bu özrüne çare bulamamış olması zaten düşündürücüydü. Salzburg maçı bununla ilgili de olumlu sinyaller verdi.
Avusturya temsilcisi, ilk maçta da golü bulduktan sonra sahanın ikinci üçte birini geçtikten sonra, geride sorunlu bir takım olduğu izlenimini vermişti. Sahaya kaleci dışında dizebildiği on oyuncunun beşini rakip ceza sahası çevresine dizen bir takımın diğer beşlisinin saylon olması lazım zaten. Bunlarınki normal, insan evladı olduklarından, Fenerbahçe ne zaman akıllı ve net paslaşsa alan ve fırsat buldu. Özellikle ilk yarıda, biraz daha fiziken hazır ve bu yeni oyun planına kafaca adapte olmuş bir Fenerbahçe'nin yakalayabileceği ve yakaladığında değerlendireceği fırsat sayısı daha fazla olurdu. Yanal'ın gelmesiyle birlikte yaygın şekilde zikredilen “Eskisinden çok yer ama eskisinden epeyi çok atar” kehaneti giderek yerini bulur gibi.
Gamsız Bonus'a bir parantez açmak lazım bu noktada, gollerdeki doğrudan asist olmayan önemli katkılarıyla maçın ilk yarıda seyrinin doğrudan değişmesindeki en büyük pay onun. Meireles'le birlikte arkalarındaki Topal'ın verdiği güvenceyle ön alanda yaratıcılık ismini yüklenmeye çalıştılar. Meireles'in pas isabet yüzdesi düşük kalınca işin oyun zekası kısmı Brezilyalıya kaldı, o da bunu iyi kotardı. İlk maçta Emre'den beklenen ancak alınamayan oyun açma ve takımı ileri taşıma görevini başarıyla yerine getirdi. İkinci yarı o durduğu için mi takım durdu, takım durduğu için mi o ayak uydurdu, onun adını koymak zor. Meireles'in yeniden sakatlanmasıyla oyuncu değişikliklerinden birini zorunlu olarak merkeze kullanmak zorunda kalan Yanal, son dakikalarda bir türlü topun kendi yarı sahasından çıkamadığı dakikalarda da taşıyıcı Cristian'la Salih'i değiştirmek yerine tutucularını değiştirmeyi yeğledi ve Selçuk'u sahaya sürdü. Yine Sow ve açık alanda topla fazlaca haşır neşir olup yorulan Webo da bu ikinci yarı duruşunda pay sahibilerdi. Caner oyuna tam zamanında girmesine rağmen topla pek buluşamadı ve beklenen rahatlamayı sağlayamadı. Mehmet Topal ise, kendi telafi ettiği fahiş hatası dışında takımın savunma adına en önemli ismi durumunda. Bazı pozisyonlarda mevkidaşı Selçuk Şahin'den görmeye alışkın olduğumuz gereksiz riskli topla oynama atraksiyonları denemesine rağmen, varlığı gerek top çalma, gerek pres anlamında rakipler için sinyal bozucu mahiyetinde. Sürekli orada, sürekli topun peşinde ve bir şekilde değmeyi de başarıyor. Sizdeyse çok seveceğiniz, rakipteyse gıcık olacağınız boğuşan futbolcu modeli.
Kadlec geldiğinden beri en eli yüzü düzgün topu oynadı denebilir. Topuz'un sağda daha çok aksamasının rakibin oyun içi tercihini kendi sol kanadından yana kullanmasının bunda payı olabilir. Ancak hem yerinde kademelere girdi, hem de fena sayılmayacak bir hücum katkısı sağladı. Son işleri iyi yapamamış olsa da, savunmanın adaptasyon açısından sorunlu bir mevki olduğunu unutmamak gerek. Herkesin Alves gibi yıllardır oynuyormuşcasına cuk oturmasını beklemek zor. Onun reisliği Fenerbahçe adına büyük şans. Ekürisinden o da memnun değildir büyük olasılık. Egemen'le oynarken sekenleri toplama görevini üstlenen Yobo bu sefer giden stoper rolünde ama buna adapte olabilmiş değil. Geri kaçıyor ve dörtlünün geri kalanını da bozuyor. Yine de onun “bile” önemli müdahaleleri oldu. “O kadar da olsun” demek mümkün ama, yeniden, takımın topyekün başka şeyler denediği bir dönemden geçiyor olması, halihazırda ezberi olan oyuncular için yenilere nazaran daha büyük engel yaratıyor olabilir. Bu hattın son ismi Topuz da, Kayserispor'da hücumun merkezi bir oyuncudan Fenerbahçe'nin sağ bekine ne kadar evrilinebilirse o kadar evrilebilmiş durumda. Zaman zaman ileri çıkışlarının geri dönüşlerinde sanki kendi kendine “Gökhan nerede?” diye soruyor olabilir. Sonra hatırlıyor “Aaa, Gökhan bendim”. Olabileceği bu kadar, belki bir tık daha fazlası. Ama artık varlığına iyice alışılıp kanıksanmış bir Gökhan Gönül performansının ne kadar değerli bir varlık olduğunu sahada olmadığı her maçta daha iyi anlıyor Fenerbahçeliler. Tipten mimli Orhan Şam'ın, Gökhan Gönül'ün bu sakatlık durumu bilindiği halde neden önce takasa sürülüp sonra Kasımpaşa'ya satıldığı tartışılmalı. Fenerbahçe'nin sağ beke devşirmeye çalışacağı her isim, aslen sağ bek olan isimden eksik kalacak, o eldeki sağ bek ne kadar beğenilmeyen bir adam olursa olsun.
Üç tane çok şık golü, erken yediği golün üzerine ilk yarıya sığdırıveren ve kalan 45 dakikayı iyi oynamamasına rağmen rakibin kabiliyetsizliği ve savunmada zaman zaman aksayan isimlerin ve geçen senenin performans açısından hayalkırıklığı olan kalecisinin tek tek bireysel çabalarıyla skoru yeniden tehlikeli hale getirmemeyi başaran Fenerbahçe, beklenenden rahat bir skorla bir üst tura geçti. Şampiyonlar Ligi'nde son eleme turunda seri başı olma şansı zaten bulunmayan Fenerbahçe şimdi yeni rakibini bekliyor. Arsenal, AC Milan, Schalke 04, Olympic Lyon ve muhtemelen Zenit'ten biriyle eşleşecek olan sarılacivertlilerin kura şansı Şampiyonlar Ligi'nde gruplara kalma yolunu açabilir. Takımın bariz eksikliklerinin bu turun maçlarının oynanacağı 20 Ağustos'a kadar tamamen çözülmesini beklemek, bu kuradan elenecek bir takım çıkmasını beklemekten daha hayalci. Orada şans faktörü var, diğerinde yok.
Ha, Fenerbahçe'nin playoff'u da geçip gruplara kalmasının bile bir şeyi garanti etmediğini, CAS kararının bütün bu yazılardaki kafa patlatmaları basit birer futbol fikir jimnastiğine döndürme olasılığını da not edelim ki, olası olumsuz bir karar çıkması halinde yaşanacak hayalkırıklığı bir nebze olsun azalır belki.