Fenerbahçe her geçen gün hakkında yazı yazılması daha zor bir kavram haline geliyor. Yanlış o kadar çok, elde kalan doğrular o kadar az ki, nereden başlayacağını bilememe durumu var.
Saha içinden başlayalım. Boluspor ve Lankaran maçlarını saymıyorum, PSV'den bu yana üç Şampiyonlar Ligi ön elemesi, bir Süper Kupa, bir Süper Lig maçı oynadı takım. Tek galibiyet içerideki RedBull Salzburg maçı ki, onda oynanan oyun bile skora denk değildi. Süper Kupa maçında da ilk yarım saat oyunun kontrolünü elinde tutuyor gözüken sarılacivertliler uzayan maçın kalan 90 dakikalık bölümünde rakip kalede tehlike yaratmış olsa da etkisiz kalmıştı. Ligdeki Torku Konyaspor maçı Fenerbahçe tarihinde ya ikinci ya üçüncü kez yaşanan bir 2-0'dan maç verme tecrübesi yaşattı.
Özellikle savunma hattıyla çok oynandı takımın. Gökhan ve Egemen'in yokluklarında Alves ve Kadlec transferlerinin varlığında Yanal geri dörtlüde Topuz, Bekir, Yobo, Alves, Kadlec, Hasan Ali'nin hepsine dakika verdi. Gökhan Gönül de Arsenal maçıyla, hazır olmadığını göstererek, geri döndü. Savunma hattının ayarıyla bu kadar oynanınca, bunun üstüne Volkan'ın yerli resmi maçlardaki cezası da eklenince gol yememe adına alışkanlık ve iletişimin kaybolduğu ortada.
Alves'in savunmaya seviye atlatması olası. İki ayağını da topu oyuna sokarken iyi kullanabilen stopere sahip olmak nimet. Pozisyon alışı, hamle zamanlaması vesaire de oldukça iyi. Ancak ekürisi tutmadı. Yobo kötü bitirdiği geçen sezondan sonra kötü başladı. Son iki maçtır yine iyi halllerinden pasajlar sunuyor. Sağda zorunlu Topuz tercihi işlemedi. Arsenal maçında Bekir'le çıkmak, Topuz işlemediği halde bana göre hataydı. Yapıp yapamadığı önemli değil, bu maçın seviyesine yakın maçlarda oynayan Topuz idiyse Arsenal karşısında da Topuz çıkmalıydı sağ bekte. Aynı durum sol için de geçerli. Kadlec'in sol stoper performansı şu ana kadar sol bek performansının epeyi önünde. Bu durum, sol stoper performansı çok ahım şahım olduğundan değil, sol bek performansı epeyi yer ile yeksan olduğundan! Geçen sezon aşırı sayıda maç oynadığı için Ziegler'le yedeklenen Hasan Ali'nin varlığında, bu performansıyla Kadlec'in sol bek oynatılması futbol faciası. Her maç karşısında bir Walcott olmayacak olsa da psikolojik açıdan da sıkıntılı bir durum, üstelik oyuncunun paçasını tribüne kaptırmak adına da alınan risk büyüyor.
Savunma önünde Mehmet Topal takımın belki tek adı anıldıktan sonra tahtaya vurulabilecek oyuncusu. Topyekün savunma zaafı gösteren takımın oyunun bu yönünde gösterebildiği direncin büyük kısmı onun alan kapatma, pas arası kovalama ve korakora girmelerine bağlı. Toplu oyunda zaman zaman ışık görmüş tavşan gibi kalması, doğru ve kolay pas tercihlerine geçemeyip top kaptırmaları dönem dönem defansif başarısını gölgeliyor olsa da takımın adı tahtaya ilk yazılması gereken adamı desem abartmış olmam. Önünde Arsenal maçında Emre ve Meireles vardı. Meireles'in durumu da Topal'a benzetilebilir algı açısından. Varlığında çok bir şey katmıyormuş gibi gözüken ama yokluğunda “bir şey eksik ama ne?” dedirten bir profili var. Aldığı bonservis ve yıllık ücretin karşılığını aldığı dakikalar ve sahaya yansıttığı performansla hak ettiğini söylemek ise imkansız. Fazla sayıda sakatlık ve ceza sorunu yaşayan Portekizli takımın vazgeçilmezi olmayı müsaitlik açısından da sağlayabilmiş değil. Bu kadar gel-git bir varlık dahilinde de form grafiği tutturması imkansıza yakın. Kendisi için Arsenal maçı özelinde söylenebilecek şey ise, bu maçtaki oyunuyla bir sonraki maçta sahada olmasa “bir şey eksik ama ne?” dedirtmekten uzak kalacak kadar kötü olduğu. Ne savunma kısmında, ne top kullanma kısmında vasatı aşabildi. Çok basit işleri bile yapmaktan aciz gözüktü.
Emre konusu karışık. Varlığı dahi geçmişi nedeniyle taraftarı ikiye bölmüş durumda geldiği günden beri. Kendisinin de kimi vukuatlarıyla bu durumu kolaylaştırmadığını söylemek gerekiyor. En son Torku Konyaspor maçında attığı penaltı golünden sonra Mısır'a gönderdiği selamdan sonra zaten altta yatan siyasi durumunun da altını bir kez daha çizmiş oldu. Oysa ki Saracoğlu Stadı Mısır'a da elbette üzülürken daha öncelikli olarak İstanbul'un derdinde bu sezon. Emre geçen sezonun devre arasında Atletico Madrid'den geri geldiğindeki fizik durumdan uzakta. O dönem herkes İspanya'da aldığı idmanın kendisine nasıl yaradığından bahsediyordu. Hatta kısa bir süre için de olsa saha içindeki saldırgan tutumu bile yoktu ortada. Sonra tutum geldi, form gitti. Mevkisi için yaşı ideal olsa da geçmişinde bir çok tekrarlayan kas, bağ ve eklem sakatlığı olan Emre'nin oyun stili de bu sakatlıkların nüksetmesi için davetiye niteliğinde. Oyun anlayışı hırsı ve tekniği üzerine kurulu olan, bu yüzden özellikle topsuz oyunda pozisyon disiplini olmayan bir oyuncu Emre. Bu nedenle takım arkadaşlarını saha yerleşimi açısından zor durumda bırakan bir tarzı var. Benzer şekilde, toplu oyunda da inisiyatif almayı seven yapısı denediği ve başardığı zor paslar sonrasında takımın hücumda da hazırlıksız yakalanmasına neden olabiliyor. Bütün bunlara onun da sezona formsuz giren isimlerden olmasını ekleyince, Fenerbahçe'nin oyun belkemiğinde sadece defansif özellikleriyle ön plana çıkan Topal kalıyor.
Kenarlarda Kuyt ve Sow'un olması, Fenerbahçe'nin ezberlenen ilk onbirinin olmazsa olmazına dönüşmüş durumda. Her ikisinin de merkezde oynamaya engel eksiklikleri olması nedeniyle bu rutine dönen durum yaratıcılık ve delicilik sağlayabiliyor, sağlamaya da biliyor. Nasıl oluyor o diyeceksiniz, şöyle; Kuyt çok teknik değil. Fundamentali oldukça iyi ama topu sürerken ayağına yapıştıran tipte bir becerisi yok. Bunun sonucu olarak, güç, hız, vazgeçmeme gibi özellikleriyle geçebiliyor. Şansla ve de. Bu tutarlı bir delicilik olamıyor. Sow ise ilk adımı yavaş ama açık alan bulduğunda her adımda rakibiyle arasını açıp önde kalabilen bir oyuncu. Ama alan bulamadığında dolama ihtimali de yüksek. Olmadık açılardan çerçeveyi tutturabildiği anormal şutları ise en büyük artısına dönüşmüş durumda.
Bu ikisinin ortasında halihazırda oynayan Webo ise iyi pozisyon alan, fiziği çok ahım şahım olmamasına rağmen top indirmeye, servis yapmaya, bulduğu her fırsatta kaleye dönüp çerçeveyi bulmaya çalışan bir santrafor. Üçünün toplamının verimlilik sorunu ise Fenerbahçe'yi bu transfer sezonunun önemli bir kısmında ileri uç adamı arayışına itti. Cardozo'yla epeyi vakit kaybedip sonunda Cardozo'yla hiç alakası olmayan bir Emenike'ye paraları döktü sarılacivertliler. Başka parametrelerin devreye girmesiyle bu da bir iyileştirmedir. Dahası, zaten ikisinin birden adının resmi olarak zikredilmesinden sonra hangisi gelse “Acaba öbürü gelseydi ne olacaktı” sorusunu camianın kucağına bıraktı. Nijeryalı Torku Konyaspor maçında kaleciyi rahatlıkla geçebilecekken cılız şutunu çıkardığında büyük olasılıkla giyememiş olmanın ukte kaldığı forma içinde ilk resmi maçında gol bulmanın telaşı içindeydi. Arsenal maçında Webo'nun yerine oyuna girdiğinde de tarz olarak farkını ortaya koydu ve toplamdaki kötü oyuna rağmen umut verdi.
Oyuna girmesiyle umut veren bir diğer isim Alper Potuk. Transfer sezonunun yerli transferler içinde kesinlikle en çok konuşulanı olan genç orta saha oyuncusu kısıtlı sürede Fenerbahçe'nin o oyuna girene kadar yapamadığı şeye çare buldu; ileri gitmek.
Fenerbahçe olasıdır ki son 20 senenin en düz oyuncularından kurulu takımına sahip. Okocha'lardan, Ortega'lardan, Rapaic Revivo'lardan, Moshou'lardan, Alex'lerden gelinen nokta bu. Fenerbahçe'nin sahada “Beni takip edin” diyen ve bayrağı alıp savaş çığlıklarıyla rakip savunmayı endişelendiren oyuncusu yok. Buna en yakın oyuncu Emenike, bir de kendine güveni yerleşir ve oyun görüşü olarak gelişmeyi sürdürürse Alper var. Salih'i de Alper'in sağrısına yazmak mümkün ancak onun bütün yaz aylarını milli takım kampları arasında geçirip hem dinlenemediğini hem de takımla çalışmaya geç katıldığını unutanlara hatırlatmak lazım. Geçen sezon oynadığı maçlarda da maç kondisyonu 60 dakika civarında gözüken Gamlı Bonus, yorgunluk ve takımdan uzak kalmanın sıkıntılarını Torku Konyaspor maçında çok net sergiledi ve destekçilerinde dahi büyük hayalkırıklığı yarattı.
Gamlı Bonus'a sözü getirmişken, yukarıda sözünü etmediğim Gamsız Bonus'a, Cristian'a a parantez açmak lazım. Arsenal maçı özelinde, oyuna defansif açıdan bir şey katmadığı aşikar olan Bekir – Gökhan Gönül değişikliği yapılmamış olsaydı, bir de Emre – Cristian değişikliği görebilirdik ve bu hayırlı bir değişiklik olurdu. Cristian onbirde başladığı maçlarda, özellikle toptan uzak kalırsa sahada kaybolma özelliğiyle bu maçın ilk onbir oyuncusu değildi. Ancak Alper'in yaptığı ofansif katkıyı alevlendirebilecek özelliklere de sahip bir oyuncu. Son 15-20 dakikada pas dağıtımıyla takımın olmayan hücum organizasyonuna şekil verebilirdi. Olmadı, sıra ona gelemedi. Aslında bu listenin daha bir de Holmen'i var ama lisanssız oyuncuya çene çalmanın alemi yok şu anda.
Saha içinde durum bu. Dizilişi Kocaman takımının aynısı ancak oyun tarzında Yanal takımı olmaya çalışırken ikisi birden olamayan bir Fenerbahçe'nin 16 senedir aynı hoca tarafından ilmek ilmek örülmüş bir takıma karşı şansı çok fazla değildi. Arsenal maça Fenerbahçe'ye top yaptırmamayı ön plana alarak başladı ve bunu iyi bir şekilde uyguladı. Toplu oyunda ise zaman zaman gereğinden bile fazla sabırla pas oyunu sergiledi. Geçen sezonun Fenerbahçe'siyle oynayan rakiplerin ne hissettiğini anlar gibi olduk. Pas, pas, pas, ancak şut yok. Nitekim skorun temizliğini bozan gol dahi topla kaleye girme şeklinde vuku buldu. Ramsey'nin “Bu sefer hangi ünlü ölecek” sorusu sorduran şutu Arsenal adına maçın tek uzaktan şut denemesi olabilir. Bir anlığına geçen sezona giden Volkan'ın goldeki hatası takımın totaline bakınca sırıtmadı bile. Kale arkası hakemin gözü önünde olan ve kendisinden medet uman Arsenalliye “Yok bir şey” dercesine kafasını salladığı pozisyona orta hakemin verdiği penaltı skorun noktasını koydu. Fenerbahçe yine de tehlikeler yarattı ancak özellikle 2-0'dan sonra dağılan moralin Arsenal cephesi tarafından görmezden gelindiğini de söylemek lazım. Zorlamadılar.
Mertesacker'in olduğu savunma hattında bütün ortaların bu oyuncuya nişanlanması Fenerbahçe'nin hücum organizasyonu adına sıkıntının başlıca nedenlerinden biriydi. Emre ve Raul'ün yüzlerini kaleye döndürmedi Arsenal. Sow, Webo, Kuyt üçlüsü kanatları aralarında paylaşarak, gezerek oynamalarına rağmen delemediler. Şapkadan tavşan çıkaran da olmayınca olmadı, Fenerbahçe'nin gücü yetmedi.
Saha içiyle ilgili uzuuuuuuun değerlendirme budur. Sakatlar, formsuzlar. Tek tük bireysel performanslar ise toplamın içinde eriyip gidiyor.
Maç öncesi basın toplantısında Torku Konyaspor maçı nedeniyle geleceği sorgulanan Ersun Yanal'a gelelim. Kendisi “Ersun Yanal tartışılabilecek bir isim değildir” cevabı vermek zorunda hissetti kendini. Fenerbahçe teknik direktörü olmak söz konusuysa, henüz adayken tartışılmaya başlar oysa ki isimler. Yanal bunu bilmiyor olamaz. Sarılacivertlilerin teknik direktörlük makamında epeyidir görmediği bu iddialı söylem epeyi yandaş buldu yine de. Kuyruğu kaptırmamış gözüktü Yanal. Ancak aynı basın toplantısında yine Torku Konyaspor maçı uzantısında farklı bir kimlik sahaya koyacaklarını da söylemişti. O kimlikten kimse memnun kalmadı eğer o kimlik bu kimlikse.
Fenerbahçe'nin hocasıysanız, federasyona bildirilen sözleşmeniz 1800 yıllık da olsa bilirsiniz ki Mayıs ayında kulüp hedeflediği yerde değilse siz artık yoksunuzdur. İstisnaları olsa da, adı üstünde, onlar istisnadır. Ancak yine de, örneğin üç yıllık bir sözleşmesi olan bir hocanın boynundaki ilmeğin uzunluğu bir senelik sözleşmeli olana göre daha uzun olacaktır. Birken bin olmaz ama ikide de kalmaz. Yanal'ın an itibariyle izlettirdiği Fenerbahçe'nin bu kadar kötü bir geçiş takımı olmasında kararsızlık ve telaşın izleri var bence. Oyuncu tercihlerinde ısrar ettiği şeylerden aniden vazgeçişleri var. O vazgeçişlerden de vazgeçişleri sonra. Bu noktaya kadarki resmi maçlarda sağ bek oynayan Topuz'un Arsenal karşısında aniden yerini Bekir'e bırakması gibi. Savunmanın solunda Hasan Ali – Kadlec ikilisini denemiş ve bu deneme fena sonuç vermemişken, Yobo'yu sağ stopere çekip böyle bir maçta ilk kez Alves – Kadlec denemesi gibi. Lig maçında oynattığı Emenike'yi Webo'nun arkasında bekletmesi gibi. Orta saha merkezinde elindeki genişçe gözüken havuzda şu anda kadar hazır olmayan bir takım için fazla rotasyon uygulamış olması gibi.
Ayarı tutturabilmiş değil. Gelir gelmez hemen, hızla, aniden bir Ersun Yanal takımı izletmesini elbette beklemiyorduk ama onun karşılığı da biraz daha çok Kocaman takımına benzeyen, iyi ve doğru bildikleri olan ve o bildiklerini uygulayan bir takımla yola çıkması olabilirdi. Olamadı. Fenerbahçe şu anda ne yaptığı belli olmayan bir oyun anlayışına sahip. Merkezden mi gidiyor, kanatları mı kullanıyor, uzun toplarla mı oynuyor ne yapıyor belli değil. Önceki seneki takıma göre daha çok uzun pas kullanyor gözükse de bunun tercih mi zorunluluk mu olduğunu dahi henüz tam çözebilmiş değiliz. En azından ben çözemedim, çözen varsa beri gelsin.
Yanal Şampiyonlar Ligi'nde gruplara kalma olasılığını kaybetti. Bu skorun üzerine Londra'dan 4 farklı galibiyetle dönülmesi mümkün değil. Takım bunun kıvılcımını bile çakmıyor sahada, onu geçelim. Bu iki kötü oyunla gelen yenilginin üzerine, üstelik bir de Yanal'ın eski takımı olan ve Ertuğrul Sağlam'ın çalıştırdığı Eskişehirspor'la içeride oynanacak maç büyük problem olmaya gebe. Fenerbahçe'nin bu maçta galibiyetten başka şansı yok. Arsenal gibi kağıt üzerinde de güçlü bir takıma karşı alınan yenilgide bile tribünlerin tepkilerini oyunculara yöneltmeye başladığını da göz önüne alacak olursak, Eskişehirspor maçında alınması olası bir beraberlik bile işleri tatsızlaştıracaktır.
Tepkinin oyuncular ve hocaya yönelmesi işin en kolayı tabii ki. Fenerbahçe tribünleri halihazırda parçalanmış durumda. Gezi Parkı olaylarının yarattığı bölünmenin de ötesinde, sahadaki takıma, kulübe, yönetime olan bakış açıları dahi karma karışık. Tribünün tezahüratta başı çeken grubunun yönetimle arası iyi değil ancak onların başlatacağı bir yönetim protestosu, sırf onlar başlattığı için aslında yine yönetime tepkili kesim tarafından destek görmeyebilir. Çok acayip bir cümle oldu ama anlayan anlamıştır umuyorum.
2 Temmuz 2011'e kadar kırılma noktası olarak çoğu Fenerbahçelinin size göstereceği tarih 14 Mayıs 2006 olacaktır. Evet, timsaha girilerek Bursaspor'a şampiyonluğun verildiği sezondan da öncesidir. 2 Temmuz 2011 itibariyle o günün yanına ağababası, yani 3 Temmuz geldi. O zamandan bu yana Fenerbahçe'deki olağanüstü hal durumu ortadan kalkmadı, kalkamadı. Bunda kimi dış unsurların katkısı olsa dahi, büyüklük söylemini kupalardan bağımsız diline pelesenk etmiş bir kulübün yönetiminin bütün bu süreci bu kadar kötü yönetmiş olması inanılmaz. Dava sırasında söylenen, mesajı verilen ne varsa hepsi unutuldu. Grubuna, geldiği yere bakmaksızın kulübün arkasında yer tutan camia üst üste sergilenen basiretsizliklerle çok daha derin yarıklarla bölündü. Bunların üstüne tuhaf yönetici söylemleri, camianın derdini anlamaktan uzak tribün ve satış politikaları da eklendi. Son kertede kurulan takımlardan amiral gemisi olan futbol takımının kuruluş şekli ve veremedikleri ortada.
Ersun Yanal'ın sözünü ettiği kimlik değişiminin 110'a 65'lik yeşil dikdörtgende olması artık kimseyi kesecek gibi gözükmüyor. 3 Temmuz darbesi diye diye bir takım dış mihraklara kaptırılmamak için savaş verilen Fenerbahçe yönetimi, geride kalan zamanda yaptıklarıyla zaten kendi kendini imha etme yolunda emin adımlarla ilerliyor. Kimlik değişimi gerekiyorsa Yanal'ın dediği gibi, saha içinde elbette olsun. Ama esas olması gereken yer de artık çok aşikar ve orası da kulübün yönetimi.