Bir Atina deplasmanı

Uçağın tekerleri Eleftherios Venizelos havaalanına indiğinde güneş yüzünü bulutların ardından ara ara gösteriyordu...

NTV Spor 10 Mar 2017
Bir Atina deplasmanı

Uçağın tekerleri Eleftherios Venizelos havaalanına indiğinde güneş yüzünü bulutların ardından ara ara gösteriyordu...

Parçalı bulutluydu ama hala umutluydu yani Yunanistan’da durum... Bir maç günü seyahati olmasından mütevellit, karşılaşmaya kadar süre kısıtlı ancak diğer yandan hayata dair birçok not edinecek kadar uzundu...

Dış hatlar gelişin alamet-i farikasıdır, taksi kuyrukları ve beklemeleri. Bir şehirde yeniyseniz en çok sarı 4 tekerlere güvenirsiniz, bu alışılmış bir reflekstir aslında... Ancak hem mantıklı ekonomik sınırlar içinde kalmak, hem de o şehrin iklimine daha iyi uyum sağlamak için toplu taşıma seçenekleri her zaman çok daha iyi bitki örtüsüne sahiptir ve bu değişmez.

Ben de ‘Taksiler’ yazan tabeladan kafamı kaldırıp hemen ‘Metro’ ve ‘Otobüs’ seçeneklerini aradım üst sıralarda... Hava durumu ilerleyen saatlerde yağmur işaret ediyordu, ‘Hazır güneş varken şehrin üstünden gitmek ve biraz etrafı izlemek mantıklı olacaktır’ diyerek otobüste karar kıldım. 6 Euro’luk bir biletle 35 dakikayı biraz aşan bir yolculukla, havaalanından Syntagma meydanına ulaştım. (Metroyu tercih ederseniz bilet 10 Euro) – Dip not: taksi neredeyse 50 Euro’yu görüyor...
Maça deplasman taraftarı alınmayacaktı, bu duruma rağmen benim Atina’ya gittiğim uçak dahil birçok uçakta Beşiktaş taraftarı bulunmaktaydı. Ettiğimiz kısa süreli sohbetlerde ana fikir aynıydı, ‘Bilet bulursak stattan izleriz, bulamazsak bu atmosferi yaşamak bize yeter’


MAÇ VAKTİ YAKLAŞIYORDU...
Atina’nın meşhur Plaka meydanı havanın serinliğine rağmen yine renkliydi. Kebaplar ve deniz ürünleri en revaçta olan gündem maddeleriydi. Yine de kebap konusunda Antep’i tek geçerim. Tabii Atina’da fiyatlar Avrupa standardına göre oldukça uygun, porsiyonlar da oldukça büyük, bu notu düşmek lazım.

Yemek sonrası, tarihi sokaklarda dolaşmak beni Yunan mitolojisinde renkli bir yolculuğa çıkardı. Hızlandırılmış Atina gezimde sona gelirken, yağmur da hafif hafif damlalarını şehrin caddelerine düşürmeye başlamıştı. Maç vakti yaklaşıyordu...

Uzun süre fikir alışverişinde bulunduğum Yunan gazeteci dostlar, favori olarak Beşiktaş’ı göstermekle beraber, teknik adam değişikliğinin Olimpiakos’u olumlu tetikleyeceği fikrindeydi.

Olimpiakos’un evi Karaiskakis Stadı, Pire’de. Atina’dan 15-20 dakikalık bir araba yolculuğu ile ulaşabiliyorsunuz. Güzel bir sahil kenti. Beni Pire’ye götüren taksinin şoförü fanatik Panathinaikos taraftarıydı. Olimpiakos’un Lig’deki dominasyonun bir süre daha süreceğini zira Kırmızı-Beyazlı ekiple diğer takımların kazanç seviyesinin çok farklı noktada olduğundan serz ediyordu...

İZMİR LOKMASININ İÇİ ÇİKOLATALISI...
Sağlı sollu restoran ve tavernalarla dolu Pire sahili, stada 10 dakikalık yürüme mesafesi ile maç önü keyifli dost meclisleri tanımlamasını başka bir frekansa taşımak için bire birdi. ‘Denizi gördüğün yerde deniz ürünü yiyeceksin’ der bu işin ustaları; Pire bu cümlenin hakkını veren bir şehir. Bir Pire sakini bana ‘Beyaz örtülü masalardan uzak dur, çok turist işi olur’ dedi. Ben de tavsiyeye uydum. Seçtiğim mekandaki tatlar enfesti. Yolunuz o taraflara düşerse ahtapot kızartmayı denemden geçmeyin. Adeta bir lezzet filmi. Bir de Lokma gerçeği var. İzmir Lokması’nın içi çikolatalısı diyebilirim. Yeme de sanat eseri olarak seyir-eyle...

Karaiskakis Stadı’na, şehrin klasiği olarak sahilden yürüyerek geçtim. Taraftarlar tarafından köfte ekmekten daha çok kebap ekmek tercih ediliyordu, deniz ürünleri sonrası yönümü bir daha kırmızı ete çevirmedim elbette.

Yurt dışında bugüne kadar beni en fazla etkliyen tribün Belgrad’da Kızılyıldız taraftarının oluşturduğu atmosfer olmuştu. Karaiskakis Stadı’ndaki Olimpiyakos taraftarı da – Kızılyıldız kadar olmasa da - Avrupa ortalamasına göre oldukça etkiliydi... 32 Bin kişilik stadın kompakt yapısı da buna izin veriyordu elbette. Yine de az sayıda bir araya gelen Beşiktaş taraftarı takımla beraber tribün şovunu çaldı....


Maçta ilk yarıda Beşiktaş’ın mekanikleri biraz bozuk gibiydi. Bunda taraftarın Olimpiakos’a verdiği pozitif enerji önemliydi. Ancak esas nokta Tolgay’ın sistemin en önemli bölgesinde işlememesi, haliyle sistemi de işletememesi oldu. Zaten Oğuzhan girdikten sonra, makine çarklıları tam kapasiteyle bilinen düzeni içinde çalışmaya başladı. Kolay gol atmamayı kitabının giriş bölümüne yazan Aboubakar, ‘Seyirlik değil Ömürlük’ gollerine bir yenisini daha ekledi. Eğer Siyah-Beyazlı oyuncular biraz daha dikkatli olabilse, tur 2. Maça gerek kalmadan bir Pire gecesinde noktalanabilirdi... Gecenin adamları Adriano ve ‘Atiba’nın yanında kim olsa oynar ya’ klişesini sahaya gömen Oğuzhan Özyakup oldu. Quaresma yine verdiği-vermediği paslar, hırsı, kısım kısım gereksiz tepkileri ile en çok konuşulan isimlerden oldu. Son dakikalarda bir pozisyonda ‘Rabona sevdası’ ile belki de çok fazla seçeneği olduğu olası bir gol pozisyonunu Ahlar-Vahlar dükkanına paketleyip hediye etti. Eleştiren de oldu yine ‘Q7’dir ne yapsa yeridir’ diyende... Aslında bilim adamlarının incelemesi gerek bir kavram var önümüzde ‘Quaresma Paradoksu’ - Quaresma böyle bir adam, zaman zaman şovunu yapar herkes bir sihirli anılar bütünü hatırlar, kimi zaman seçimleri ile çıldırtır; saç baş yoldurur. Ama Quaresma budur ve Quaresma böyle Quaresma olmuştur.... İşte bu Quaresma Paradoksu’dur.

"BİLDİĞİM TEK ŞEY HİÇBİR ŞEY BİLMEDİĞİMDİR"
Maç sonrası Atina’ya dönüş yolu taksilerdi. Boş sokaklarda yolculuk kısa sürede tamamlandı. Sonuçta geriye avantaj olarak sayılması doğal bir sonuç ve Atina’dan keyifli anılar bütünü kaldı.

Dönüş uçağında manzarayı izlerken, Atina’da bir duvarda yazan Sokrat’ın unutulmaz 'Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir.' söz bütünü geldi aklıma. Öğrenmeye devam....