Aslında kalede yine Roman Weidenfeller vardı, stoperde Neven Subotic ve Mats Hummels top koşturuyordu. Fakat o dönemlerde bu isimlere sadece işin uzmanları aşinaydı. Öte yandan, orta sahada Sebastian Kehl kötü bir sezondan çıkmıştı, ancak mecburiyetten, yine de oynamak zorundaydı. Ya onların dışındakiler? Ante Rukavina'yı hatırlayan var mı? Giovanni Federico'yu, Tamas Hajnal'ı, Florian Kringe'yi? Bajram Sadrijaj'yi bugün kim tanıyor?
Bu isimlerin hepsi hala aktif olarak futbol oynuyor ama kimi oldukça yakın bir zamanda sporu bırakacak, kimi daha bir müddet kariyerine devam etse dahi, bir şekilde sonunda futbola sessizce veda edecek. İtiraf etmek gerekir ki, bugün sarı siyahlı formayı giymeyenlerin dışında pek de heyecan dolu bir futbol yaşantıları yok. Fakat bu onların, gelecekte kitaplarda destansı bir dille yer alacak, değerli bir tarihi paylaşmadıkları anlamına gelmiyor.
Borussia Dortmund, 2014/2015 sezonunu kötü geçirse de, 2008'den bu yana Jürgen Klopp adındaki bir maceraperestle, iki şampiyonluk, iki kupa ve bir Şampiyonlar Ligi finaliyle taçlanan bir serüven yaşadı. Dortmund'un en kötü sezonunda bile oyuncuları Avrupa piyasasında paylaşılamazken, yedi yıl önce adı kulaklara pek de aşina gelmeyen Klopp, başarı hikayesinin ilk sayfalarını Rukavinalar'la, Federicolar'la, Hajnallar ve Sadrijajlar'la beraber yazdı. Belki bu isimler, sahada belli başlı isimler kadar yetenekli değillerdi ama konu futbol olunca, "doğru yerde, doğru zamanda" bulunmak da başlı başına bir beceridir. Bu kabiliyet dolu hamlelerde gözler, futbolculara döndüğü kadar, maceraya "sakin şehir" Mainz'dan başlayan Klopp'ada odaklanmıştı.
Borussia Dortmund'ta son birkaç yılda yepyeni isimler kadroya dahil oldu, bu yeni isimlerin yanında yazan piyasa değerleri bu süreçte birkaç sıfır eklenerek arttı. İster isimler değişsin, ister fiyatlar; değişmeyen tek şey şu ki, Klopp, 2008'de mütevazı kadroyu sahaya nasıl çıkardıysa, 2015'teki yıldız dolu ekibi de aynı dinamik felsefesiyle sahaya sürdü. O felsefe hiç değişmedi.
Kalıpları oturmuş, yeniliklere ihtiyatlı bakan dünya futboluna yeni bir soluk katmak zordur. Jose Mourinho'nun defans ağırlıklı futbolunu sevmeyebilirsiniz ama Portekizli'nin bir el yazısı vardır. Ya da sahada çok pas yapan bir takım gördüğünüzde kenarda Pep Guardiola'yı görmek kuvvetle muhtemeldir. Hatırlayın, 2008'de Avrupa üçüncüsü olan Türk Milli Takımı "kaos futbolu" ile nam salmıştı. Malum, Fatih Terim, neredeyse otobüse binene kadar maçı bırakmayan bir takım yaratmıştı! Belki göze hoş gelmeyen ama taraftarlar için gönüllerde taht kurmuş bir futbol felsefesiydi.
Jürgen Klopp ise yıllar önce çok daha kapsamlı bir çalışmanın içine girmişti. Klopp'un futbolcusu iseniz, koşmaktan, koşarken düşünmekten, düşünürken hamle yapmaktan çekinmeyecektiniz. Aslında Klopp'un derdi, tamamen hıza, koşuya ve zekaya dayalı bir futbol oynatmaktı ve güçlenen kadrosuyla bu hedefe daha da yaklaşmayı başarmıştı. 2013'te Bayern Münih ile kozlarını Şampiyonlar Ligi finalinde paylaşan Dortmund, Klopp futbolunu mükemmele yakın uyguluyor ve Avrupa'yı büyülüyordu.
"Topu bilerek rakibe bırakma", "bilinçli top kaybı" gibi kavramlar Klopp futboluyla herkese aşina gelmeye başlamıştı. Dortmund bazı maçlarda oyunu istediği gibi kurmak için yeterli bir set göremeyince, silbaştan bir düzen yaratmak adına topu bilerek kaybediyor ve rakibi her defasında bu tuzağa düşürüyordu. Klopp, yarattığı bu yepyeni futbol felsefesinden, o kadar zevk alıyordu ve sonuçlarını görüyordu ki, büyük paralar sunan, daha popüler kulüplerin tekliflerini bile elinin tersiyle itmekten çekinmiyordu. Öte yandan kök salmak Klopp felsefesine pek de uygun değildi.
Seyyahlık bir keşfediştir ve Klopp için yeni bir macera vakti gelmişti. Alman teknik adam, her güzel hikayenin bir sonu olduğunu biliyordu ve bu yedi yıllık öykünün de sonunu kendi istediğiyle yazmak istedi. Jürgen Klopp, Rukavinalar, Sadrijajlar'la başladığı süreci, Aubameyang, Reus ve Nuriler'le bitirdi. Alman teknik adam, bu kararıyla aslında hem kendisine hem kulübüne yeni ve dinamik birer sayfa açmak istedi.
Klopp bundan sonra nereye gidecek bilinmez, ancak şu belli ki, siz isterseniz ona boş çekler ya da bulunmaz imkanlar sunun; o, felsefesini yeşertemeyeceği hiçbir yerde barınmak istemeyecektir. Fakat şu da aşikar ki, Klopp'u yeni durağında öncekiler kadar mütevazi bir oyuncu topluluğu karşılamayacak. Daha iyisi ile başlayacak yeni serüvenine.
Her şeye rağmen heyecanının ve cesaretinin ilk günkü gibi olması dileğiyle... Viel Glück, Jürgen!