Bazı maçlar olur, skor tabelası maçla ilgili pek az şey anlatır. Eurocup Finali ilk karşılaşmasında Galatasaray Odeabank 66-62 kaybederken belki kupa için önemli bir adım attı, fakat maç bittiğinde hissedilen hayal kırıklığından başka bir şey değildi.
Nasıl olmasın ki? Sezon boyunca harika bir grup görünümündeydi Galatasaray. Birlikte olmaktan keyif alan, topu iyi paylaşan, hücumda görev tanımları net, kimsenin birbirinin önüne geçmeye çalışmadığı, sahada yaptığı şeyden keyif alan bir takımdı. Finale kadar gelirken koyduğu bu yüksek standartların yakınından bile geçmedi Galatasaray. Hayal kırıklığının sebebi de bu. Belki kupayı kaldırdığında bu maç çoktan unutulacak, ancak bu takımın bu sezon çıkabileceği en büyük sahnede en iyi performansını gösterememesi, kaybetmekten daha acı.
İşin ilginci, final maçlarının stres seviyesi, favori olmanın getirdiği beklentileri kaldırabilmek ya da rakibi ciddiye almamak değildi sorun. Galatasaray, baskıyı kaldıramadığı için kötü oynamadı yani. Oyuncuların hakkını yememek lazım, mücadele etmediği için kaybettikleri de söylenemez. Peki eksik neydi? Eksik, çözümleri bireylerde aramaktı.
O kadar kötü başladı ki Galatasaray maça; ilk periyotta sadece dört basket atıp, beş top kaybedip, bir asist yapabildi. Stephane Lasme ve Vladimir Micov'un savunmayı ayakta tutması, bu bölümde oyunda kalmasını sağladı takımın. Ancak hücumu yönlendirmesi beklenen oyunculardan başta Sinan Güler, Errick McCollum ve Blake Schilb'in kötü tercihleri, ritm bulmaya engel oldu. Bu noktada McCollum'un bir gün önce taktığı MVP apoleti -tıpki geçen yılki Euroleague Final Four'unda MVP Nemanja Bjelica'nın yaşadığı gibi- zorlama atışlara gitmesine neden olmuş gibiydi. “Ortada bir sorun var ve MVP olarak bu sorunu çözmem gerek” hissiyatını verdi Errick McCollum sahada. Kendisini MVP yapan şeylerden uzaklaştı.
Bu noktada aklıselim kalabilecek, hücumda düzeni koruyacak birine ihtiyacı vardı Galatasaray'ın. Her zaman olduğu gibi Sinan'ın ya da Schilb'in bu liderliği göstermesi gerekiyordu. Olmadı. Curtis Jerrells daha hazır görünmesine karşın, Ergin Ataman kötü performanslarına rağmen sezonu bu noktaya getirdiği oyunculardan vazgeçmeyince, bir türlü ayağa kalkamadı Galatasaray. Formsuz oyuncular sahadayken iyi niyetle sorumluluk almaktan kaçınmadılar, ancak kimse çözüme paylaşarak gitmeyi düşünmedi. Bireysel çözümlerle de bir yere kadar.
Lasme futboldaki eski usul liberolar gibi her yere yetişip arkayı süpürmese, işler daha da kötüye gidebilirdi. Ayrıca Lasme de tek başına her açığı kapatamaz ki. Kısa oyuncuların sürekli rakiplerine geçildiği bir günde Matthias Sammer ya da Franco Baresi seviyesinde süpürücülük bile savunmayı toparlamak için yeterli değil. Nitekim Lasme erken faul problemine girip kenara gelince, bütün direnci kırıldı Galatasaray'ın. 37 yaşındaki Louis Campbell ikili oyunlarda problemi çözdü ve içeriden Bangaly Fofana, dışarıdan Jeremy Leloup'u bitirici olarak kullanıp oyunun kontrolünü ele geçirdi.
Maç boyunca 15 top kaybedip, 18'de üç üçlük attığınız bir maçı farklı kaybetmeyi beklersiniz. Öyle olmadıysa takımı ayakta tutan Micov ve Lasme'ye ayrı teşekkür etmek gerek. İkinci maçta sonuç ne olursa olsun, 28 Nisan sabahı Eurocup sezonu bitmiş olacak. Galatasaraylı oyuncuların karar verme zamanı. 27 Nisan akşamı kendileri gibi oynayıp şampiyon mu olacaklar, yoksa hayatlarının kalan bölümünü “keşke” diyerek mi geçirecekler?
İnancım odur ki, finalin ikinci maçında, Abdi İpekçi'deki atmosferle kendini bulup kupayı alacaktır Galatasaray. Fakat bir arada hareket edilmezse hiçbir şey garanti değil. Efsane koç Mike Krzyzewski'nin dediği gibi: “Takım kurmanın tek sebebi, bir kişinin tek başına ulaşamayacağı şeylere ulaşmak. Hepimiz tek başımıza, birlikte olduğumuzdan çok daha zayıfız.”